Sömürünün Yeni Kılıfı GÖNÜLLÜLÜK

Sayı 9, Nisan 2013

“İnsan hakları savunucusu” müzisyen Şanar Yurdatapan’ın başlattığı sivil girişimler olan Türkiye küçük Millet Meclisleri (TkMM) Girişimi ile Düşünce Suçu(?!)’na Karşı Girişim’in çalışanıyken sigorta talep ettikleri ve “gönüllülük” adı altında yapılan emek sömürüsüne karşı çıktıkları ve için Şanar Yurdatapan tarafından haksız bir biçimde işten atılan(gazete yazarlarımızdan Gürşat Özdamar’ın da aralarında bulunduğu) STK emekçileri ile bir görüşme yaptık ve bu tür düşünce ve ifade özgürlüğü, katılımcılık ve demokratikleşme alanında yürüten projeler nasıl hayata geçiriliyor, nasıl bir emek sömürüsü üzerinde yükseliyor, bunu kendilerinden dinledik.

İşten atılma süreci

Geçtiğimiz yılın Ekim ayında TkMM projesinin genel koordinatörlüğünü yürüten arkadaşımız, Şanar Yurdatapan tarafından işten çıkarıldı. Arkadaşımızın işten çıkarılma nedeni ile ilgili olarak bilgi almak istediğimiz Şanar Yurdatapan, bunun nedenine ilişkin hiçbir geri dönüş yapmazken, “Burada demokrasi yok, benim kararlarım uygulanır” çıkışını yaptı.

Sigorta ve zam talebine karşı işten atma

Bu gelişmenin ardından Şanar Yurdatapan, zam ve sosyal güvence talebinde bulunan bizleri, fon, bütçe gibi gerekçelerle 3 ay boyunca oyaladı. Bu 3 ay içinde işyerinde yeni çalışanların istihdam edilmesi ve çeşitli demirbaşların alınması bizlere mali anlamda bir sıkıntı olmadığını gösterdi. Yine aynı dönemde işyerindeki hiyerarşik yapı iyice yoğunlaştırıldı ve üzerimizdeki baskı daha da arttı. Şanar Yurdatapan, 18 Mart 2013 tarihinde bizimle yapmış olduğu toplantıda mali bir kriz yaşandığını bahane ederek bizi işten ayrılmaya yönlendirdi ve Haziran ayı başına kadar süre verdi. Buna karşılık bizler, sigorta ve zam talebinde ısrarcı olduğumuzu belirtince Yurdatapan, bir işveren olduğunu kanıtlayacak şekilde, ofiste tüm çalışanlara bu taleplerin arkasında olup olmadıklarını sordu ve arkasında durduğumuzu belirten bizleri topluca işten attı.

Sömürünün yeni kılıfı: Gönüllülük

-Ofisteki çalışmamız (Şanar Yurdatapan’ın iddia ettiği gibi) gönüllü bir çalışma değildi. Hafta içi her gün sabah 9 akşam 6 arasında sarf ettiğimiz mesai, sürekli artan iş yükümlülükleri ve ofisi kolektif şekilde idare etme önerimize verilen ret yanıtı ve ofiste çalışmamızın devamlılığının yalnızca Şanar Yurdatapan’ın iki dudağı arasında olması ile çalışmamız “gönüllü” olmaktan çıkmış, işçi-işveren ilişkisi niteliği kazanmıştır.

-Ofiste yaşanan sıkıntılarımızın dillendirilmesinin ardından o güne dek muhatabımız konumunda bulunan Şanar Yurdatapan, ofiste yeni bir yapılanma yaratarak artık bu sorunlarla yeni yöneticilerin ilgileneceği bildiriminde bulundu. Bu andan itibaren ofiste bir muhatap karmaşası yaratılarak taleplerimizin önü kesilmeye çalışıldı.

-İşyerinde hem işveren Şanar Yurdatapan hem de diğer yöneticiler tarafından çeşitli biçimlerde psikolojik baskı ve mobinge maruz bırakıldık, bu baskılara dayanamayan bir arkadaşımız istifa etti.

-İşveren sosyal güvence sağlama yükümlülüğünü yerine getirmedi, ya sigortasız ya da kendi sigorta primlerimizi kendimiz ödeyerek çalıştık. Bu sorunun toplantıda dile getirilmesi dahi tehdit olarak algılandı.

-Projelerin şeffaf yürütülmesini, yani mali yapının bizim sigorta ve maaş artışı taleplerimizin karşılanıp karşılanamayacağını, maaş artışı yapılamıyorken ofise hangi bütçeyle yeni mobilyalar, kameralar alındığını ve yeni çalışanların nasıl istihdam edildiğini öğrenmek istedik. Muhatap bile alınmadık.

-Bizim belli projelerde "karşılıklı olarak anlaşıp çalıştığımız" söylendi ancak bugüne dek hiçbir sözleşmeye tek bir imza atmış değiliz. Biz de her işçi gibi sadece bize sunulan koşullara razı geldik. Zaten toplu sözleşme yetkisi olmadıktan sonra hangi işçi işverenle eşit şartlarda konuşup anlaşabilir?

Türkiye’de STK’lar ve emek sömürüsü

Türkiye küçük Millet Meclisleri (TkMM) Girişimi’nin ve Düşünce Suçu(?!)’na Karşı Girişim’in eski çalışanları olarak bir kez daha belirtmek istiyoruz ki, sorunumuz Şanar Yurdatapan ile kişisel değildir. Asıl tepkimiz ve mücadele hattımız son yıllarda Türkiye’de sayıları hızla artan STK’ların, yine aynı hızla, ucuz iş gücü istihdam etmenin ve güvencesiz çalıştırmanın merkezlerine dönüşmesinedir.

Emek sömürüsünün yoğun olarak yaşandığı alanlara eklenen sivil toplum örgütlerinin bu halinin kendi iddia ettikleri “sivil toplumculuk, şeffafflık, demokrasi, insan hakları ve çalışma hakları” ile bağdaşmadığı da ortada.

Sorunun yalnızca bizimle ve STK çalışanları ile sınırlı olmadığının da çok iyi farkındayız. Mücadelenin birlikte verilmesi gerektiğinden hareketle Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde direnişte olan taşeron işçilerinin yanındaydık. Yine benzer biçimde direnen Koç Üniversitesi işçilerinin yanındaydık. DİSK kongresine giderek sorunlarımızı diğer sendikacılarla paylaştık. İşçi ölümleri ile ilgili bir eyleme katılıp söz alarak, dayanışmamızı gösterdik. Biliyoruz ki, kurtuluş yok tek başına!

Meydan Gazetesi Sayı 9, Nisan 2013

Paylaşın