Anarşister Milli Kurtuluş Mücadelelerine Karşı Mıdır?

ANARŞİSTLER MİLLİ KURTULUŞ MÜCADELELERİNE KARŞI MIDIR?

Anarşistler milliyetçiliğe karşı olmakla beraber (bakınız bir önceki kısım), bu onların milli kurtuluş mücadelelerine kayıtsız kalacakları anlamına gelmez. Tam tersine. Bakunin’in sözleriyle, “Kendimi daima tüm baskı altındaki anayurtların vatanseveri olarak hissetmişimdir. … Milliyet [nationality], … tüm gerçek ve zararsız olgular gibi genel kabul talebi hakkı olan tarihsel, yerel bir olgudur. … Bu, her halk için –aynen her kişi gibi– ister istemez böyledir ve bu nedenle kendisi olma hakkına sahiptir. … Milliyet bir ilke değildir: aynen bireysellik gibi meşru bir olgudur. Büyük olsun, küçük olsun her milliyet elinden alınamaz bir kendisi olma, kendi mizacına göre yaşama hakkına sahiptir. Bu hak, genel özgürlük ilkesinin basit bir sonucudur.” (Alfredo M. Bonanno’nun alıntısı, Anarchism and the National Liberation Struggle içerisinde, s. 19-20)

Daha yenilerde, Murray Bookchin de benzeri duygular ifade etmiştir: “Hiçbir sol liberter … buyruk altına alınmış bir halkın kendisini özerk bir varlık olarak oluşturması hakkına karşı çıkamaz –ister bu {liberter} bir konfederasyon içerisinde olsun, … veya isterse hiyerarşik ve eşitsizliklere dayanan bir ulus-devlet içerisinde olsun.” (“Nationalism and the ‘National Question’“, Society and Nature, s. 8-36, sayı 5, s. 31) Böyle olsa da, anarşistler, –Leninist-etkisindeki solun büyük kısmının bu yüzyıl içerisinde yaptığı gibi– ilk önce “belirli bir ‘milli kurtuluş’ hareketinin muhtamelen ne türden bir toplum üreteceğini” araştırmaksızın ezilen milletin desteklenmesi çağrısı yaparak, bir inanç maddesi olarak milli kurtuluş fikrini yüceltmezler. Böyle yapmak, Bookchin’in belirttiği üzere, “araçsal amaçlarla, yani ’emperyalizm’i zayıflatmanın bir aracı olarak, milli kurtuluş mücadelelerini desteklemek” olurdu; ki bu, sosyalist fikirlerin “kurtarılmış” milletlerdeki “anti-emperyalist” diktatörlüklerin otoriter ve devletçi amaçlarıyla bağlantılı hale gelmesi nedeniyle, “ahlaki bir iflas durumu“na yol açacaktır. “Ancak, zalime karşı çıkmak demek, eskiden sömürgeleştirilmiş olan ulus-devletlerin her yaptığını destekleme çağrısında bulunmak demek değildir.

Bu nedenle, anarşistler yabancı baskısına karşıdırlar ve bundan zulüm çekenlerin onu sona erdirme girişimlerine karşı sempati beslerler. Bu, bizim milli kurtuluş hareketlerini zorunlu olarak destekleyeceğimiz anlamına gelmez (herşeyden öte, bunlar genellikle yeni bir devlet yaratmayı arzulamaktadırlar), ancak ardımıza yaslanıp, bir milletin diğerine zulmetmesini izleyemeyiz, bu zulmü durdurmak için harekete geçmeliyiz (örneğin, baskıcı millete karşı protestolar gerçekleştirerek, onları politikalarını değiştirmeye ve ezilen milletin işlerinden ellerini çekmeye zorlamak).

Milli kurtuluş mücadelelerinin en büyük sorunu, genellikle “millet”in ortak çıkarlarını baskıcılarınin karşısna koymak, ancak sınıfın ilgisiz olduğunu varsaymaktır. Milli hareketler genellikle sınıf [çizgilerinin] üzerinden geçse de, toplumun belli kesimlerinin özerkliğini arttırmayı amaçlarlar –diğer parçaları gözardı ederek. Anarşistlere göre, yeni bir ulus devlet, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan hala güçsüz olacak olan çoğu insanın yaşamlarında herhangi önemli bir değişikliğe yol açmayacaktır. Birçok ulus-devletin varolduğu dünyaya baktığımızda, –“milli olarak” artık özgür olsalar bile— işçi sınıfının öz-belirlenimini sınırlayan güç, nüfuz ve refahtaki aynı büyük dengesizlikleri görürüz. Milliyetçi liderlerin, kendi milletlerini emperyalizmden kurtarmaktan söz ederken, kendi nüfusuna karşı baskıcı olacak –ve hatta belli bir noktaya kadar gelişirse emperyalist olacak bir ekonomik büyümeyi sürdürmek ve uygun kâr düzeyleri elde etmek için dışa açılma noktaları aramak zorunda kalacak– bir kapitalist bir ulus-devlet yaratmayı savunmaları ikiyüzlüce gözükmektedir (örneğin Güney Kore’de olduğu gibi).

Milli kurtuluş hareketlerine yanıt olarak, anarşistler, ancak işçi sınıfının üyeleri tarafından, kendi örgütlerini yaratmak ve kullanmak yoluyla başarılabilecek olan işçi sınıfının kendi kurtuluşuna vurgu yaparlarlar. Bu süreçte, siyasi, toplumsal ve ekonomik hedeflerin birbirinden ayrılması söz konusu olamaz. Yabancı hakimiyetiyle karşı karşıya olan anarşistlerin hepsinin değilse de çoğunun yaklaşımı böyle olmuştur –yabancı hakimiyetine karşı mücadele ve yeerli baskıcılara karşı sınıf mücadelesinin bir bileşimi. Pek çok ülkede (Bulgaristan, Meksika, Küba ve Kore dahil olmak üzere), anarşistler “propaganda, ve her şeyden önce de eylemle, kitleleri siyasi bağımsızlık mücadelesinden Toplumsal Devrime doğru yöneltmeye” çalışmışlardır (Sam Dolgoff, The Cuban Revolution -A critical perspective, s. 41 — Dolgoff burada Küba hareketine değinmektedir, ancak yorumları çoğu tarihsel –ve güncel– durum için geçerlidir)

Dahası, emperyalist ülkelerde yaşayan anarşistlerin hem sözleri hem de eylemleriyle milli tahakküme karşı çıktıklarını belirtmeliyiz. Örneğin, önde gelen Japon Anarşisti Kotoku Shusi, Japon yayılmacılığına karşı kampanyası nedeniyle 1910’da tutuklanmış ve idam edilmişti. İtalya’da, anarşist hareket İtalya’nın 1880’ler ve 1890’larda Eritre ve Etiyopya’da izlediği yayılmacı siyasete karşı çıkmıştı; ve 1911’de Libya’nın işgal edilmesi karşısında kitlesel bir savaş karşıtı hareket örgütlemişti. 1909’da, İspanyol Anarşistleri Fas’a yapılan müdehale karşısında kitlesel bir grev örgütlediler. Daha yakınlarda ise, Fransa’daki anarşistler 50’lerin sonlarında ve 60’ların başlarındaki iki sömürge savaşına (Hindiçini ve Cezayir) karşı mücadele ettiler; dünya genelinde anarşistler ABD’nin Latin Amerika ve Vietnam’daki saldırganlıklarına karşı çıktılar (Küba ve Vietnam’daki Stalinist rejimleri desteklemeksizin olduğunu eklemeliyiz), Sovyet emperyalizmine karşı çıkarken Körfez Savaşı’na da karşı çıktılar (bu [savaş] sırasında çoğu anarşist “Savaşa Hayır, Sınıf Savaşı” çağrısını yükselttiler).

Uygulamada, milli kurtuluş hareketleri, sıradan insanların yapılan ilerlemeyi (ve umutları ve hayalleri) değerlendirme şekliyle yönetici sınıf üyelerinin/liderlerinin arzuları arasında derin çelişkilerle yüklüdür. Liderlik bu çatışmayı daima geleceğin yönetici sınıfı lehine çözecektir. Çoğu zaman bu mücadelelerin bireysel üyeleri bunun farkına vararak, bu siyasetten koparak anarşizme yönelmesini mümkün kılar. Ancak büyük çatışma zamanlarında bu çelişki oldukça belirgin bir hale gelir; bu aşamada eğer kaygılarına hitap eden bir alternatif mevcutsa büyük kitlelerin milliyetçilikten kopması mümkün olabilir. Anarşistlerin ideallerinden taviz vermemesi veriliyken, bu, yabancı hakimiyetine karşı böylesi hareketler siyasetimizi, ideallerimizi ve fikirlerimizi yaymak için –ve milliyetçiliğin sınırlılıklarını ve tehlikelerini göstermek, geçerli bir alternatif sunmak için– harika fırsatlar olabilir.

Anarşistlere göre, anahtar soru, özgürlüğün “millet” gibi soyut kavramlar için mi, yoksa milliyeti oluşturan ve ona can veren bireyler için mi olduğudur. İşçi sınıfının özgürlüğün meyvelerinden faydalanması için baskıya karşı tüm cephelerde –milletler içerisinde ve uluslararası olarak– savaşılmalıdır. Kendisini milliyetçiliğe yaslayan herhangi bir hareket, insan özgürlüğünü genişleten bir hareket olarak başarısızlığa mahkumdur. Bu nedenle anarşistler “milli kurtuluş saflarına katılmayı reddederler; onlar, milli kurtuluş mücadelelerine dahil olma veya olmama konumunda olabilecek sınıf saflarına katılırlar. Mücadele, kurtarılmış bölgelerde, federalist ve liberter örgütlenmelere dayanacak ekonomik, siyasi ve toplumsal yapılar kurmak üzere yayılmalıdır.” (Alfredo M. Bonanno, Anarchism and the National Liberation Struggle, s. 12)

Böylece biz anarşistler, milliyetçiliğin maskesini düşürürken, milliyetçiliğin saptırdığı kimlik ve kendinden yönetime yönelik temel mücadeleyi küçük görmüyoruz. Bizler, tüm baskı biçimlerine –toplumsal, ekonomik, siyasi, ırksal, cinsiyetsel, dini ve milli– karşı doğrudan eylemi ve isyan ruhunu cesaretlendiriyoruz. Bu yöntem sayesinde, milli kurtuluş mücadelelerini insani kurtuluş mücadelelerine dönüştürmeyi amaçlıyoruz. Ve baskıya karşı mücadele ederken, bizler, anarşi için, iş yerleri ve topluluk meclislerine dayanan bir özgür komünler federasyonu için mücadele ediyoruz. Konfederasyon, ulus-devleti, tüm ulus-devletleri ait olduğu yere, yani tarihin çöplüğüne yollayacaktır.

Ve anarşist toplum içerisindeki “milli” kimlik söz konusu olduğunda, konumumuz açık ve basittir. Bakunin’in geçen yüzyıl boyunca süren Polonya milli kurtuluş mücadelesi bağlamında belirttiği üzere, anarşistler, “her Devletin karşıtları olarak, … tarihsel denilen hakları ve hudutları reddederler. Bizim için Polonya yalnızca ve yalnızca emekçi kitlelerin Polonyalı oldukları ve olmak istedikleri yerde başlar, ve gerçek anlamda orada mevcuttur; Polonya ile olan tüm özel bağları reddeden kitlelerin başka milli bağlar kurmayı istedikleri yerde sona erer.” (Jean Caroline Cahm’ın alıntısı, “Bakunin”, Socialism and Nationalism içerisinde, s. 22-49, s. 43)

Çeviri: Anarşist Bakış
Kaynak: “D.7 – Are Anarchist Oppose to National Liberation Struggles?”,