Daha da Susuz Yaz

 

Necati Cumali’nin bizzat yaşadığı ve tanıklık ettiği olaylardan derleyerek yazdığı Susuz Yaz romanı Metin Erksan tarafından filme alındığında sanırız o günlerde hiç kimse, kitabın elde ettiği ilgiden daha başarılı bir eser ortaya çıkacağını tahmin etmiyordu. Üstelik filmin ana kadın karakterinin, Hülya Koçyiğit’in, ilk sinema filmi deneyimi, o güne dek hep yardımcı rollerde oynayan Erol Taş’ın da ilk başrol denemesi olduğu düşünülürse.

Çekimlerin yapıldığı İzmir Bademler Köyü halkı da olağanüstü “doğal” oyunculuklarıyla filme enerjilerini katmışlar, Metin Erksan’ın kendine özgü yönetmenliği de eklenince filmin Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülü almasında büyük katkıda bulunmuşlardır.

Gerçi bu film, o yıllarda da büyük sorun olan susuzluk ve arazi anlaşmazlıkları üzerine bir konu gibi görünse de mülkiyet ilişkilerini, adalet ve toplumsal cinsiyet kavramlarını da sorguladığından dönemin sansür kurulunca devleti sarsıcı ve yıkıcı olarak değerlendirilip sakıncalı bulunmuş ve benzer filmlere de yaptıkları gibi gösterimi yasaklanmıştır.

Arazisinden su çıkan iki kardeşten biri olan Osman, suyu diğer köylülere vermek istemez. Toprağın kendilerine ait olduğunu söyleyerek oradan çıkan suyun da kendilerine ait olduğunu söyler. Kardeşi Hasan ise paylaşmaktan yanadır, ama ağabeyine karşı da gelememektedir. Köylülerin suyu açmak için geldikleri bir gece çıkan çatışmada Osman, silahını ateşler ve bir köylünün ölümüne neden olur. Ama Hasan suçu kabullenirse daha az yatacağı ve dışarıda olursa hem topraklarına hem de Hasan’ın karısı Bahar’a daha iyi bakacağını söyleyerek, Hasan’ın hapis yatmasına neden olur. Bu sırada Bahar’a da göz koyar.

Filmin 1963 yılında çekildiğini hatırlatıp günümüzde de su meselelerinin gündemden düşmediğini eklersek o zamandan bu zamana pek de değişiklik olmamış diyebiliriz. Üstelik su, önceki yıllara göre şimdi çok daha değerli. Yakın gelecekte artık petrol yerine su savaşları çıkacağını söylemeyen de düşünmeyen de kalmadı.

Su, şimdilerde, birçoğu proje aşamasında bir kısmı da inşaat halinde bulunan hidroelektrik santrallerle gündemlerden düşmüyor. Bir yanda enerji gereksinimi iddiaları diğer yanda su kaynaklarının filmde küçük bir boyutuyla yaşanan el değiştirmesi olayları, bunlara karşı çıkan köylülerin filmde de olduğu gibi direnişleriyle karşılaşıyor. Birçok akarsuyun, birçok yeraltı su kaynağının olduğu Anadolu ve Mezopotamya coğrafyalarında su, şirketlerin yeni para kaynağı olarak görülür görülmez, önce hemen her mahallede bulunan çeşmelerinin muslukları kapatıldı sonra da plastik şişelere girerek ambalajıyla yeni bir atık yaratılmış oldu.

Filmde Kocabaş lakabıyla anılan Osman, toplum içine yerleşmiş hiyerarşiden aşırı derecede beslenerek ve bunu uygulayarak hem kardeşi Hasan’ı etkisizleştirir hem de Bahar›a tecavüz ederek onu beraber olmaya mecbur kılar.

Film, tüm bunların farkında olan ama ses çıkaramayan Hasan›ın ağabeyi Osman›a karşı gelmesiyle sonuçlanır. Kardeşler arasındaki çatışmaya engel olmak isteyen Bahar, Osman’ın silahından çıkan kurşunla vurulunca, Hasan da Osman’a karşı gelir. Kavgaları suyun biriktiği bir havuzda sürerken silah sesi duyulur. Sonuçta ölen Osman olmuştur. Osman’ın cesedi, köylülerle paylaşmadığı su kanalları boyunca tarla tarla ilerlerken film biter.

Şimdi gelelim filmin ikinci bir boyutuna. Filmin hem başrol oyuncusu hem de yapımcısı olan Ulvi Doğan, sansür kurulunun filmi yasaklamasının ardından tüm orijinal kopyaları bir otomobil bagajına yerleştirip yurtdışına kaçırmış, afişinden Metin Erksan’ın ismini çıkarmış ve daha da korkuncu, Hülya Koçyiğit’e benzer bir oyuncu bularak kimi sahneleri porno olarak çekip filme ekleyerek Kardeşimin Karısı ismiyle porno oynatan sinemalarda gösterilmesini ayarlamıştır. Yani toplumsal bir meseleyi ele almak için yola çıkan filmin başına gelmedik kalmamış, Kocabaş Osman’ın kanalda boğulması gibi kapitalizmin sularında boğulmuştur.

Film, tarihin garip bir cilvesi olarak belki de, HES karşıtı yaşam savunucularının mücadeleyi daha da yükselttikleri geçtiğimiz yıl, Cannes Film Festivali’nde klasik filmler arasında gösterildi. Şirketlerin HES inşaatları yüzünden bu yaz daha da susuz geçebilir ama her şeyi paraya çevirmeyi hak gören kapitalizme rağmen canları pahasına suyu, toprağı kısaca yaşamı savunan insanlar suskun kalmayacağa benzer.

Gürşat Özdamar

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 1. sayısında yayımlanmıştır.