Anarşizm Nedir? (30): Üretim – Alexander Berkman

Yaşamı boyunca anarşizm için mücadele eden devrimci anarşist Alexander Berkman tarafından 1928’de yazılan, daha önce farklı dillerde “Anarşizm Nedir?, Anarşizmin ABC’si, Anarşist Komünizm Nedir?” isimleriyle yayınlanmış ve bugüne dek Türkçe çevirisi yapılmamış olan kitabın 30. bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Paylaşılmış bütün bölümlere BURADAN ulaşabilirsiniz.

Peki ya üretim, nasıl yönetilmesi gerekiyor?” diye soruyorsun.

Devrimin toplumsal olması ve amaçlarına ulaşması için, devrimin faaliyetlerinin altında hangi ilkelerin yatması gerektiğini daha önceden gördük.Özgürlük ve gönüllü işbirliği ilkeleri, endüstrilerin yeniden örgütlenmesini de yönlendirmelidir.

Devrimin ilk etkisi üretimdeki azalmadır. Toplumsal devrimin başlangıç noktası olarak öngördüğüm genel grevin kendisi, sanayinin askıya alınmasına yol açacaktır. İşçiler aletlerini bırakır, sokaklarda gösteri yapar ve böylece üretimi geçici olarak durdururlar.

Ama hayat devam ediyor. İnsanların temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Bu aşamada devrim halihazırda eldeki malzemelerle yaşayacaktır. Ancak bu malzemelerin tükenmesi felaket olur. Durum emeğin elindedir: Endüstrinin derhal yeniden başlatılması zorunludur. Örgütlü tarım ve sanayi proletaryası toprağa, fabrikalara, dükkânlara, madenlere ve değirmenlere sahip olur. Artık en dinamik faaliyet günün örgütlenmesidir.

Açıkça anlaşılmalıdır ki o zamana kadar kıtlık içinde yaşayan halkın ihtiyaçlarını karşılamak için toplumsal devrim, kapitalizmdekinden daha yoğun üretim gerektirir. Bu daha büyük üretim, yalnızca kendilerini daha önceden yeni duruma hazırlamış olan işçiler tarafından gerçekleştirilebilir. Sanayi süreçlerine aşinalık, tedarik kaynakları hakkında bilgi ve başarılı olma kararlılığı bu görevi yerine getirecektir. Yaratıcı kanallar bulmak için devrimin yarattığı coşku, serbest bırakılan enerjiler ve onun teşvik ettiği yaratıcılığa bütünlüklü bir özgürlük ve alan verilmelidir. Devrim her zaman yüksek derecede sorumluluk uyandırır. Yeni özgürlük ve kardeşlik atmosferi, üretimi tüketimin gereksinimlerine yeterli hale getirmek için sıkı çalışmanın ve ciddi öz disiplinin gerekli olduğuna dair farkındalık yaratır.

Yeni durum endüstrinin mevcuttaki çok karmaşık sorunlarını da büyük ölçüde basitleştirecektir. Kapitalizmin rekabetçi karakteri, çelişkili mali ve ticari çıkarları nedeniyle günümüz koşullarının ortadan kaldırılmasıyla tamamen ortadan kaldırılacak birçok karmaşık ve kafa karıştırıcı konuyu içerdiğini de aklında bulundurmalısın. Maaş cetvelleri ve satış fiyatları ile ilgili sorular, mevcut pazarların gereksinimleri ve yeni pazar arayışları, büyük operasyonlar için sermaye kıtlığı ve ödenecek ağır faizler; yeni yatırımlar, spekülasyon ve tekelin etkileri, kapitalisti endişelendiren ve endüstriyi bugün bu kadar zor ve hantal bir ağ haline getiren bir dizi sorun ortadan kalkacaktır. Şu anda bu sorunlar, çeşitli disiplinlerin ve yüksek eğitimli insanların plütokrat çarpışık amaçların karışık yumağını çözmeye devam etmesini, birçok uzmanın gerçekleri; kâr ve zarar olasılıklarını hesaplamasını, endüstriyel gemiyi ulusal ve uluslararası kapitalist rekabetin kaotik seyrini kuşatan tehlikeli kayalar arasındaki iki dünya arasında yönlendirmeye yardımcı olacak büyük gücünü gerektiriyor.

Bütün bunlar, endüstrinin toplumsallaşması ve rekabetçi sistemin sona ermesiyle otomatik olarak ortadan kaldırılacaktır ve böylece üretim sorunları büyük ölçüde hafifletilecektir. Kapitalist endüstrinin yumak haline gelmiş karmaşıklığı bu nedenle gelecek için herhangi bir korkuya yol açmamalıdır. “Modern” sanayiyi yönetmek için emeğin yeterli olmadığından bahsedenler, yukarıda belirtilen faktörleri hesaba katmazlar. Endüstriyel labirent, toplumsal yeniden yapılanma gününde çok daha az ürkütücü olacaktır.

Belirtilen değişikliklerin bir sonucu olarak, yaşamın diğer tüm evrelerinin de çok basitleşeceğinden söz edilebilir: Günümüzün çeşitli alışkanlıkları, gelenekleri, zorunlu ve sağlıksız yaşam biçimleri doğal olarak işlevsiz hale gelecektir.

Ayrıca emeğin işini kolaylaştıracak olan şey, değişen ekonomik koşullarla özgürleşecek çok sayıda işçinin saflarına eklenmesidir.

Son istatistikler, 1920’de Amerika Birleşik Devletleri’nde 105 milyonu aşan toplam nüfus içinde her iki cinsiyetten toplam 41 milyonu aşkın kişinin kazançlı işlerde çalışıyor olduğunu göstermektedir. Bu 41 milyonun sadece 26 milyonu, ulaşım ve tarım da dahil olmak üzere endüstrilerde fiilen istihdam ediliyor; 15 milyonluk kısım ise çoğunlukla ticaretle uğraşan kişilerden, tüccarlardan, reklamcılardan ve mevcut sistemin diğer çeşitli aracılarından oluşuyor. Başka bir deyişle, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir devrimle 15 milyon kişi yararlı işler için serbest kalacaklar. Diğer ülkelerde de nüfusla orantılı olarak benzer bir durum gerçekleşecektir.

Dolayısıyla toplumsal devrimin gerektirdiği daha büyük üretim, milyonlarca kişilik ek bir nüfusa sahip olacaktır. Bu milyonların, modern bilimsel örgütlenme ve üretim yöntemleriyle desteklenen sanayi ve tarıma sistematik olarak dahil edilmesi, arz sorunlarının çözülmesi için büyük bir gelişme olacaktır.

Kapitalist üretim kâr içindir. Bugün bir şeyleri satmak için onları üretmekten daha fazla emek kullanılıyor. Toplumsal devrim, endüstrileri halkın ihtiyaçları temelinde yeniden düzenler. Temel ihtiyaçlar doğal olarak önce gelir. Yiyecek, giyecek, barınak; bunlar her insanın temel ihtiyaçlarıdır. Bu yöndeki ilk adım, mevcut erzak ve diğer emtia arzının tespit edilmesidir. Her şehirdeki ve topluluktaki işçi dernekleri, bu işi adil dağıtım amacıyla ele alırlar. Her sokak ve mahalledeki işçi komiteleri, şehir ve eyaletteki benzer komitelerle işbirliği yaparak üretici ve tüketici genel konseyleri aracılığıyla ülke çapında çabalarını birleştirerek görev üstlenirler.

Büyük olaylar ve çalkantılar, en aktif ve enerjik unsurları ön plana çıkarır. Toplumsal devrim, sınıf bilinçli emek saflarını sıklaştıracak. Her ne adla anılacaklarsa anılsınlar, bunlar -endüstriyel sendikalar, devrimci sendikalist kuruluşlar, kooperatif birlikleri, üretici ve tüketici birlikleri- emeğin en aydınlanmış ve gelişmiş kesimini, amaçlarının ve onlara nasıl ulaşılacağının bilincinde olan örgütlü işçileri temsil edecekler. Devrimin hareketli ruhu onlardır.

Sanayi makinelerinin yardımıyla ve tekelden kurtulmuş toprağın bilimsel yöntemlerle ekilmesiyle devrim, her şeyden önce toplumun temel ihtiyaçlarını sağlamalıdır. Çiftçilik ve bahçecilikte yoğun ekim ve modern yöntemler bizi doğal toprak kalitesinden ve iklimden bağımsız çalışabilir hale getirdi. İnsan -kimyanın kazanımları sayesinde- artık kendi toprağını ve iklimini önemli ölçüde kendisi düzenlemektedir. Fransa örneğindeki gibi, kuzeyde egzotik meyveler yetiştirilebilir ve ılık güneye tedarik edilebilir. Bilim, insanın tüm zorlukların üstesinden gelmesini ve tüm engelleri aşmasını sağlayan bir sihirbazdır. Kâr sisteminin küllerinden kurtulmuş ve bugün üretici olmayan milyonlarca kişinin çalışmalarıyla zenginleştirilmiş gelecek, toplum için en büyük refahı barındırmaktadır. Bu gelecek, toplumsal devrimin nesnel noktası olmalıdır. Sloganı “herkes için ekmek ve refah” olmalıdır. Önce ekmek, sonra refah ve lüks. Lüks de dahil çünkü lüks, insanın derinden hissedilen bir ihtiyacıdır, hem ruhsal hem de fiziksel ihtiyacıdır.

Bu amaca yönelik yoğun bir şekilde uygulama, uzak bir tarihe ertelenecek bir şey değil devrimin doğrudan eylemle sürekli çabası olmalıdır. Devrim, her topluluğun kendini sürdürmesini, maddi olarak özerk olmasını sağlamaya çalışmalıdır. Hiçbir yer, desteği için dış yardıma güvenmek veya kolonileri sömürmek zorunda kalmamalıdır. Bu, kapitalizmin yoludur. Anarşizmin amacı ise tam tersine, yalnızca birey için değil her topluluk için maddi özerkliktir.

Bu, merkezileşme yerine kademeli yerelleşme anlamına gelir. Yerelleşme ve merkezsizleşme eğiliminin, günümüz sanayi sisteminin merkeziyetçi karakterine rağmen kapitalizmde bile kendini gösterdiğini görüyoruz. Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Almanya, daha sonra İtalya, Japonya ve şimdi Macaristan, Çekoslovakya gibi önceden tamamen yabancı imalata bağımlı olan ülkeler, yavaş yavaş kendilerini endüstriyel olarak özgürleştiriyor, kendi doğal varlıklarını işletiyor; kendi sanayilerini, fabrikalarını ve değirmenlerini diğer topraklardan bağımsız olabilmek için inşa ediyor. Uluslararası finans ise bu gelişmeyi hoş karşılamıyor ve ilerlemesini geciktirmek için elinden geleni yapıyor çünkü Morganlar ve Rockefellerlar için Meksika, Çin, Hindistan, İrlanda veya Mısır gibi ülkeleri doğal varlıklarını sömürmek için endüstriyel olarak geri tutmak daha kârlıdır. Böylece hem onları sömürebilir hem de kendi topraklarındaki “aşırı üretim” için dış pazarları sağlama alabilirler. Büyük finansörlerin ve sanayi efendilerinin devletleri, bu yabancı doğal kaynakları ve pazarları, süngü zoruyla bile olsa güvence altına almalarına yardımcı olur. Bu sebeple Büyük Britanya, silah zoruyla -ve iyi bir kârla- Çin’i İngiliz afyonunun Çinlileri zehirlemesine izin vermeye zorlar; tekstil ürünlerinin büyük bir kısmını orada elden çıkarmak için her yolu kullanır. Tam da bu sebeple Mısır, Hindistan, İrlanda ve diğer bağımlı ülkelerin ve kolonilerin kendi endüstrilerini geliştirmelerine izin verilmemektedir.

Kısacası kapitalizm merkezileşmenin peşindedir. Ancak özgür bir toprağın yalnızca siyasi değil aynı zamanda endüstriyel olarak yerelleşmeye ve ekonomik özerkliğe ihtiyacı vardır.

Rusya, toplumsal devrim için özellikle ekonomik bağımsızlığın ne kadar zorunlu olduğunu çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Ekim ayaklanmasını takip eden yıllar boyunca Bolşevik Hükümeti, “tanınma” için çabasını burjuva hükümetlerin gözüne girmeye ve yabancı kapitalistleri Rusya’nın kaynaklarını sömürmeye davet etmeye yoğunlaştırdı. Ancak diktatörlüğün güvensiz koşulları altında büyük yatırımlar yapmaktan korkan sermaye, herhangi bir şekilde coşkulu bir yanıt veremedi. Bu arada Rusya ekonomik çöküşe yaklaşıyordu. Durum, sonunda Bolşevikleri ülkenin kendi çabalarına bağlı olması gerektiğini anlamaya zorladı. Rusya kendine yardım etmenin yollarını aramaya başladı ve böylece kendi yeteneklerine daha fazla güven duydu, kendine güvenmeyi ve inisiyatif kullanmayı öğrendi ve kendi endüstrilerini geliştirmeye başladı; yavaş ve sancılı bir süreçti ancak nihayetinde Rusya’yı ekonomik olarak kendi kendine yeten ve bağımsız kılacak sağlıklı bir uğraştı.

Herhangi bir ülkedeki toplumsal devrim, daha ilk andan itibaren kendi kendine yetmek konusunda kararlı olmalıdır. Kendine yardım etmelidir. Bu kendi kendine yardım ilkesi, diğer topraklarla dayanışma eksikliği olarak anlaşılmamalıdır. Aksine, bireyler arasında olduğu gibi ülkeler arasında da karşılıklı yardımlaşma ve işbirliği, ancak eşitlik temelinde, eşitler arasında var olabilir. Bağımlılık ise bunun tam tersidir.

Toplumsal devrim aynı anda birkaç ülkede -örneğin Fransa ve Almanya’da- gerçekleşseydi, ortak çaba doğal olarak gelişirdi ve devrimci yeniden örgütlenmenin işini çok daha kolay hale getirirdi.

Neyse ki işçiler davalarının uluslararası olduğunu anlamayı öğreniyorlar: Emeğin örgütlenmesi artık ulusal sınırların ötesinde gelişiyor. Avrupa proletaryasının tamamının, toplumsal devrimin başlangıcı olacak bir genel grevde bir araya gelebileceği zamanın çok uzak olmadığını ummak gerekir. Bu, kesinlikle ciddiyetle çaba gösterilmesi gereken bir sonuçtur. Ama aynı zamanda devrimin bir ülkede diğerinden daha erken patlak vermesi olasılığı da göz ardı edilmemelidir -diyelim ki Fransa’da Almanya’dan daha önce- ve böyle bir durumda dışarıdan olası bir yardım için değil tüm enerjisini hemen kendine yardım etmek için harcamak, halkının en temel ihtiyaçlarını kendi çabalarıyla karşılamak için Fransa’nın acele etmesi zorunlu hale gelecektir.

Devrimdeki her ülke tarımsal bağımsızlığı elde etmeye çalışmalıdır. Bu politik ve endüstriyel “kendi kendine yardımdan” daha önemsiz değildir. Kapitalizmde bile bu süreç bir yere kadar devam etmektedir. Toplumsal devrimin ana hedeflerinden biri olmalıdır. Modern yöntemler bunu mümkün kılıyor. Örneğin daha önce İsviçre’nin tekelinde olan saat üretimi artık her ülkede yapılmaktadır. Önceleri Fransa ile sınırlı olan ipek üretimi, günümüzde çeşitli ülkelerin büyük endüstrileri arasında yer almaktadır. İtalya, kömür veya demir kaynakları olmadan çelik kaplı gemiler inşa ediyor. İsviçre, onlardan daha zengin olmamasına rağmen bunları inşa edebiliyor.

Yerelleşme, toplumu merkeziyetçi ilkenin birçok kötülüğünden kurtaracaktır. Politik olarak yerelleşme ve merkezsizleşme özgürlük anlamına gelir. Endüstriyel olarak maddi bağımsızlık; sosyal olarak küçük topluluklar için güvenlik ve esenlik anlamına gelir; bireysel olarak ise kardeşlik ve özgürlükle sonuçlanır.

Toplumsal devrim için yabancı topraklardan özerklik kadar önemli olan, ülkenin kendi içindeki yerelleşmedir. İç yerelleşme, daha geniş bölgelerin hatta her topluluğun mümkün olduğu kadar kendi kendine yetebilmesi anlamına gelir. Peter Kropotkin, son derece aydınlatıcı ve düşündürücü eseri Tarlalar, Fabrikalar ve Atölyeler’de, artık neredeyse tamamen ticari olan Paris gibi bir şehrin bile, nüfusunu beslemek için kendi çevresinde yeterli gıdayı nasıl yetiştirebileceğini ikna edici bir şekilde göstermiştir. Modern tarım makinelerini ve yoğun ekimi kullanarak Londra ve New York, kendi yakın çevrelerinde yetiştirilen ürünlerle geçinebilirler. Her iklimde ve her toprakta, topraktan istediğimizi elde etme imkânlarımızın son zamanlarda fazla hızlı geliştiği bir gerçektir. Birkaç dönümlük bir arazinin verim sınırının ne olduğunu henüz kestiremiyoruz. Bu sınır, konuyu daha iyi incelediğimiz oranda ortadan kalkar ve her yıl gözümüzün önünden ufka doğru giderek daha da uzaklaşır.

Herhangi bir yerde toplumsal devrim başladığında, dış ticaret durur. Hammadde ve bitmiş ürün ithalatı askıya alınır. Ülke, Rusya’da olduğu gibi, burjuva hükümetlerin ambargosuyla bile karşı karşıya kalabilir. Sonuç olarak devrim kendi kendine yetmeye ve kendi ihtiyaçlarını karşılamaya mecbur hale gelir. Aynı toprakların çeşitli bölgeleri bile böyle bir durumla karşı karşıya kalabilir. İhtiyaç duyduklarını, kendi alanlarında kendi çabalarıyla üretmek zorunda kalacaklardır. Sadece yerelleşme ve merkezsizleşme bu sorunu çözebilir. Devrim, faaliyetlerini kendi kendini besleyebilecek şekilde yeniden düzenlemek zorunda kalacaktır. Küçük ölçekte üretime, ev sanayisine, yoğun tarım ve bahçeciliğe geri dönmek zorunda kalacaktır. Devrimin özgürleştirdiği insanın inisiyatifi ve zorunlulukla keskinleşen zekası durumu yönetebilecektir.

Bu nedenle, çeşitli Avrupa ülkelerinde bugün bile büyük ölçüde uygulanmakta olan küçük ölçekli sanayileri bastırmanın veya bunlara müdahale etmenin devrimin çıkarları için felaket olacağı açıkça anlaşılmalıdır. Kıta Avrupası’nın köylüleri tarafından kış aylarında boş vakitlerinde günlük kullanım için çok sayıda eşya üretilir. Bu ev imalatları muazzam rakamlara ulaşıyor ve büyük bir ihtiyacı karşılıyor. Rusya’nın çılgın Bolşevik merkezileşme tutkusuyla aptalca yaptığı gibi, onları yok etmek devrime verilebilecek en büyük zarardır. Devrimdeki bir ülke yabancı hükümetler tarafından saldırıya uğradığında, ambargo uygulandığında ve ithalattan mahrum bırakıldığında, büyük ölçekli sanayileri çökmekle tehdit edildiğinde veya demiryolları fiilen çöktüğünde, o zaman ekonomiyi hayatta tutacak damar, devrimi besleyebilecek ve kurtarabilecek olan hayati önem taşıyan küçük ev sanayileridir.

Ayrıca, bu tür ev sanayileri yalnızca güçlü bir ekonomik faktör değildir; aynı zamanda büyük bir toplumsal değere de sahiptir. Çiftlik ve şehir arasındaki dostane ilişkiyi geliştirmeye hizmet ederek ikisini daha yakın ve daha dayanışmacı bir ilişkiye sokarlar. Aslında ev sanayisinin kendisi; en eski zamanlardan beri köy toplantılarında, ortak çabalarda, halk danslarında ve şarkılarda kendini gösteren toplumsal ruhun en sağlıklı ifadesidir. Çeşitli yönleriyle bu normal ve sağlıklı eğilim, toplumun daha fazla refahı için devrim tarafından teşvik edilmeli ve desteklenmelidir.

Devrimde endüstriyel yerelleşmenin rolü ne yazık ki çok az takdir edilmektedir. Emek saflarında bile önemini görmezden gelmek veya en aza indirgemek gibi tehlikeli bir eğilim vardır. Çoğu insan hala merkezileşmenin “daha verimli ve ekonomik” olduğu şeklindeki Marksist dogmanın esaretindedir. “Ekonominin” işçinin uzvu ve hayatı pahasına elde edildiğine, “verimlilik”in onu sadece bir sanayi çarkına indirgediğine, ruhunu körelttiğine ve bedenini öldürdüğüne gözlerini kapatırlar. Ayrıca bir merkezileşme sisteminde, sanayi idaresi sürekli olarak daha az kişinin elinde birleşir ve güçlü bir sanayi derebeyleri bürokrasisi üretir. Devrimin böyle bir sonucu amaçlaması gerçekten de en büyük ironi olurdu. Bu, yeni bir üst sınıfın yaratılması anlamına gelir.

Devrim, emeğin kurtuluşunu ancak kademeli yerelleşmeyle, bireysel işçiyi sanayi süreçlerinde daha bilinçli ve belirleyici bir faktör haline getirerek, onu tüm endüstriyel ve toplumsal faaliyetlerin çıkış noktası haline getirerek gerçekleştirebilir. Toplumsal devrimin derin önemi, insanın insan üzerindeki egemenliğinin ortadan kaldırılmasında ve onun yerine “şeylerin yönetimini” koymasında yatar. Endüstriyel ve toplumsal özgürlük ancak bu şekilde elde edilebilir.

“İşe yarayacağından emin misin?” diye soruyorsun.

Şundan eminim: Bu işe yaramazsa, başka hiçbir şey işe yaramaz. Ana hatlarıyla belirttiğim plan özgür bir komünizmdir; gönüllü işbirliği ve eşit paylaşım yaşamıdır. Bırakalım özgürlüğü, ekonomik eşitliği sağlamanın bile başka bir yolu yoktur. Başka herhangi bir sistem kapitalizme geri dönmek zorundadır.

Elbette toplumsal devrim sırasında çeşitli ekonomik deneylerin yapması muhtemeldir. Toprağın bir bölümünde sınırlı bir kapitalizm veya başka bir bölümünde kolektivizm denenebilir. Ancak kolektivizm, ücret sisteminin yalnızca bir başka biçimidir ve hızla günümüzün kapitalizmi olma eğiliminde olacaktır. Çünkü kolektivizm, üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmakla başlar ve yapılan işe göre ücretlendirme sistemine geri dönerek hemen tersine döner; bu da eşitsizliğin yeniden ortaya çıkması anlamına gelir.

İnsan yaparak öğrenir. Farklı ülkelerdeki ve bölgelerdeki toplumsal devrim muhtemelen çeşitli yöntemleri deneyecek ve pratik deneyimle en iyi yolu öğrenecektir. Devrim en iyi yolu bulmak için hem fırsat hem de gerekçedir. Şu ya da bu ülkenin ne yapacağı, hangi yolu izleyeceği konusunda kehanette bulunmaya çalışmıyorum. Söylediklerimi geleceğe dikte edeceğimi, geleceğin davranış biçimlerini tayin edeceğimi de düşünmüyorum. Amacım, devrimi canlandırması gereken ilkeleri, toplumun özgürlük ve eşitlik temelinde yeniden inşası amacını gerçekleştirmek için izlemesi gereken genel eylem çizgilerini ana hatlarıyla önermekten ibaret.

Biliyoruz ki önceki devrimler çoğunlukla amaçlarında başarısız oldular. Diktatörlüğe ve despotizme dönüştüler. Böylece eski baskı ve sömürü kurumlarını yeniden kurdular. Geçmişten ve yakın tarihten biliyoruz. Bu nedenle, eski yolun işe yaramayacağı sonucunu çıkarıyoruz. Yaklaşan toplumsal devrimde yeni bir yol haykırılmalıdır. Bu yeni yol nedir? İnsanlığın şimdiye kadar bildiği tek yol. Özgürlük ve eşitliğin yolu. Özgür komünizmin, anarşizmin yoludur.

Çeviri: Burak Aktaş