İNSAN, HAYVAN, ŞEHİR… – Özgür Erdoğan

Moskova’da sokak köpekleri, kendileri gibi şehir dışına itilmiş, banliyölerde yaşamaya mahkum edilmiş “kader ortakları” insanlar gibi, her sabah yiyecek bulmak için banliyö trenleri ile şehre iniyor, daha sonra kent merkezinde barınacak yerleri olmadığı için yine aynı trenlerle geri dönüyorlar.

Türcülük, tıpkı faşizm ve ataerkillik gibi esası kendini otorite addedenin, kendisinden güçsüz olduğuna inandığı “öteki”ni aşağılama yok etme ya da en iyi ihtimalle umursamama ve yok sayma şeklinde kendini gösteren bir olgu. İnsan türüyle “ötekiler”in arasında dostluktan gerginliğe evrilen süreçte, gerginliğin en üst seviyeye çıktığı dönem ise şüphesiz ki bu ilişkiye kapitalizmin aracılık ettiği dönemdir.

Aslına bakılırsa, kapitalizmin yarattığı yaşam biçimi; insan-insan, insan-doğa ya da insan-hayvan ilişkilerinde hemen hemen aynı şekilde kendini var ediyor. Ömrü boyunca küçük bir ofiste bilgisayar karşısında yaşamaya, “efendileri”ne para kazandırmaya mahkum edilmiş bir insan köle haline gelirken, küçücük kafeslerde hareket dahi edemeden, bir sürü hormonla şişirilerek yine efendilerine para kazandırmaya mahkum edilen bir tavuk kapitalizm için sadece bir üründür. Neticede kölelik koşulları farklılaşsa da iki durum arasındaki en belirgin ortaklık her ikisinin de “köle” olmasıdır.

* * *

Bu benzerlik, son zamanlarda hayvan hakları kanununda yapılması planlanan ve kamuoyunda ciddi bir tepki ile karşılanıp rölantiye alınan değişiklik ile yine kendisini gösteriyor.

Şehirleri hayvanlardan temizlemek için halihazırda olan bu yasayla beraber daha da artacak olan hayvan katliamlarını görünür olmayan alanlara çekmek gibi kaygılar içeriyor.
İşte bahsettiğimiz benzerlik tam burada ortaya çıkıyor. Bu yasanın çıkışının, tam da kentsel dönüşümün aktif hale geldiği zamana denk düşmesi tesadüf mü bilinmez ama her iki türe de yapılmak istenen şey aynı: Kapitalizm, kentsel dönüşümle, yoksulları şehir dışına itip, banliyöler oluşturarak “yoksulluğu” görünmez kılmayı amaçlarken, sokak hayvanlarını da şehir dışındaki barınaklara tıkarak, yok saymaya bu sefer de “öteki yaşamları” görünmez kılmaya çalışıyor.

Devletin bu hamlesi karşısında, dört bir yanda kitlesel eylemler gerçekleştirilince tasarı olarak sunulan iki yasadan biri geri çekilirken, diğeri şubat ayını bekliyor. Tabi ki bundan sonra yapılacak hiç bir değişiklik ya da yeni yasa tasarısı bu soruna çözüm olamayacak.
Çünkü sorun, kimilerinin sokak hayvanlarını sevip sevmemesi değil, sorun kapitalizmin istediği “steril” kent yaşamını yaratmak adına ötekileştirdiklerini daha da ötekileştirmek. Dolayısıyla devlet, planlarına engel olabilecek her şeyi yok etmeye ya da görünmez kılmaya çalışıyor. Bu yüzden bu mesele hayvanseverlik penceresinden değil, ancak sorunu bütünlüklü gören bir bakış açısıyla yaklaşıldığında çözülebilir.