“Ayağın Kabıyla Dinmez Ağrısı” – Serhat Yaşar

Eğer bir postacı ya da bir anketör ya da kapı kapı gezen bir pazarlamacı, bir mağazada satış sorumlusu, markette stant elemanı, takside şoför, restoranda garson, bar kapısında bodyguard, bir otelde bellboy iseniz mutlaka ayak ağrısı çekiyorsunuzdur. Bu işlerin gereği olarak akşam eve döndüğünüzde ilk olarak akla gelen şey ayağınızdaki ayakkabıyı bir önce ayağınızdan çıkarmalı ve koltuğa yatarak kısa bir süre dinlenmelisinizdir. Çünkü ayak tabanınızdan başlayan ve bacaklarınızdan yukarıya, belinize kadar vuran derin bir sızı hissedersiniz. Tüm gün tabana kuvvet çalışmanın yorgunluğuyla düzenli hale gelen ağrılar, artık çekilmez bir noktaya geldiğinde ise acilen bir doktora başvurmanız kaçınılmaz hale gelir. Ağrıların bir nedeni iş hayatınızdır, ancak ağrıyı tetikleyen başka nedenler de vardır.

Ot tabandan, apartman topuklu ayakkabıya…

Bunlardan belki de en önemlisi giydiğimiz ayakkabıdır. Bilindiği üzere ayakkabının icadı da diğer tüm icatlar gibi insanlığın yararına yönelik düşünülmüştür. Dağda, taşta, bayırda yalınayak dolaşmanın zorluğuna karşın insan, düzleştirilmiş otları veya deriyi iplerle ayaklarına bağlayarak var olduğunu sandığı bu zorlu çileden kurtulmuş olduğunu sanmıştır. İlkel dönemin ilkel yöntemiyle ayakları sarmalayan ayakkabı, Mısır’da sandalete, Mezopotamya’da çizmeye ve bota, Eski Yunan’da altın boncuklarla süslenen potine, 16.yüzyılda Türk takunyası olarak bilinen Chopin’e, 16. yüzyıl sonlarına doğru ise yüksek ökçeli muleye bürünerek günümüze kadar gelmiştir. Tarihsel olarak ayakkabı, yoksulun da zenginin de, köylünün de, işçinin de, kadının, çocuğun, erkeğin de, kimliğine, yaşına, işine, bütçesine ve zevkine uygun çeşitlerde üretilmiş ve tüm bu kesimler tarafından kullanılmıştır.

Ayakkabı günümüz teknolojisiyle sevdiğimiz renge ve beğendiğimiz tasarıma uygun seçeneklerde, giyilmesi zorunlu bir ihtiyaca dönüşmüşse bile aynı zamanda çekilmesi zorlu ağrılara da sebebiyet veren bir çiledir. Özellikle Leonardo Da Vinci‘nin Floransa’da aristokrat kızı Catherina’ya göre tasarladığı topuklu ayakkabıyla birlikte, bu ağrının çilesi kendini ikiye katlamıştır. Topuklu çilesi kısa zamanda asaletin, cazibenin ve gösterişin bir simgesi olduğu iddiasıyla kadınlar tarafından hızla kabul görmüş, günümüz modern hayatının da hızıyla moda serüveninde yerini sağlamlaştırmış, apartman topuklar, iğne topuklar, platform topuklar derken ağrılı ayak hastalıklarını da beraberinde getirmiştir.

Nasırlaşmış ayaklar

Ayakkabıya bağlı olarak görülen ayak hastalıklarının başında nasırlar gelir. Nasır, ayakkabının kemikleri zıt yönde itmesi ve basınç yapmasından kaynaklanan sertleşmedir. Sertleşen deri, altındaki dokuları tahriş ederek yapılaşır. Eğer ayakkabınız çok darsa, ayağınızı artan bir basınçla sıkıştırır. Çok bolsa, bu kez de ayağınız ayakkabının içinde kayar ve ayakkabıya sürtünür. Nasır acılı ve ağrılı olmakla birlikte, aynı yerde defalarca nüksedebilir.

Batık tırnak

Tırnak batması da ayakkabıya bağlı olarak en çok karşılaşılan ayak hastalığıdır. Ayağa uymayan sivri burunlu ve dar ayakkabılar tırnak yatağında bozulmaya, tırnağın doğal yapısının ve uzama şeklinin kaybına, dolayısıyla da batığa neden olur.

Mantar

Mantar en iyi karanlık, nemli ve ılık ortamlarda büyür yani ayakkabının içinde. Genellikle soyulma, kepeklenme, çatlama, ayak tabanında ve parmak aralarında kızarıklık, su toplayan yaralar şeklinde görülür. Ayak dışında tırnakta da görülen mantar, tırnakta kalınlaşma, ufalanma, renk değişikliği ve hatta tırnağın düşmesine neden olmaktadır.

Hallux valgus, topuk dikeni, topuk siğili gibi adını sayamadığımız birçok ayak hastalığı da giydiğimiz ayakkabıya bağlı olarak oluşur ve ayak ağrısını şiddetle arttırır.

Hastalık geliyorum demez

Ayakkabının icadı ve gelişen günümüz teknolojisiyle kimin aklına gelirdi ki giydiğimiz ayakkabı bir gün çileye dönüşecek, türlü hastalıklara sebebiyet verecek. Tabi ki bu öngörü tahmin edilemezdi. Çünkü ayakkabı zaten ayakları güvence altına almak adına düşünülmüştü. Oysaki şimdi giydiğimiz ayakkabı ayağımızı ne toprağı işlerken batan dikenlerden, ne de bastığımız zeminin sıcağından ya da soğuğundan korunmak adına tasarlanıp, üretiliyor. Artık bir çift ayakkabı, moda denilen ve bize ne giymemiz gerektiğini söyleyen etiket ve şıklık yarışında iki ayak daha fazla olsun diye tasarlanıyor ve üretiliyor. Gelişmeye devam eden sonsuz teknoloji, tüketim endüstrisi ve moda ayaklarımız için yeni ayakkabılar tasarlamayı ve üretmeyi sürdürdükçe bizler de ağrıları çekmeyi sürdüreceğiz. Bu öngörü kaçınılmaz!

Ağrılara karşı yalınayaklar

Ayak ağrılarından kurtulmanın belirli yöntemleri var. Ancak görüyoruz ki ağrıyı tetikleyen nedenlerin en başında giydiğimiz ayakkabı geliyor. Günümüzde tasarımıyla, fonksiyonuyla ve fiyatıyla olağanüstü hale getirilmiş bir ayakkabı, pazarlama gücüyle de ayaklarımıza kolayca sahip olabiliyor. Ancak bu ayakkabı ister air-jordan, ister gore-tex, ister ortopedik olsun, en pahalısı olsun, ayaklarımzı ağrılardan ve sayısız hastalıklardan kurtaramıyor. “Sağlıklı ayaklar için kaliteli ve pahalı ayakkabı giymek gerekir” yalanını üretenler de, pazarlama gücünün etkisi düşünülürse, bizleri tabiri caizse “ayaküstü kandırıyorlar”. Sözün özü; bir ayakkabının içine sokulmuş ve sağlıklı kalmış hiçbir ayak yoksa ki yoktur, ağrılardan kurtulmanın yöntemi betonlaşan ayakların çıplakça toprağa değmesiyle, ayağı kabından tamamen kurtarmak olmasın. Ne dersiniz?

 

Serhat Yaşar

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 12. sayısında yayımlanmıştır.