Yolsuzluk Yarışı – Emrah Tekin

2019’dan önceye alınacağına dair yorumların arttığı seçimler öncesi, muhalefet ve onun tarafından “köşeye sıkıştırılmaya” yönelik adımlarla karşı karşıya kalan iktidar arasında, geçtiğimiz ay içinde karşılıklı hamleler yapıldı. Bu hamlelere, ABD’nin açtığı “Zarrab Davası” da eklendiğinde, AKP’nin “iç ve dış düşmanlar” söyleminin kaçınılmaz olarak yükseldiğini gördük.

AKP’nin retoriğinde 2015’ten bu yana ağırlığını arttıran “yerli ve milli” vurgusuna karşı, bu söylemi boşa çıkarmaya dönük olarak -önce Paradise, sonrasında Man Adası belgelerinde- Erdoğan, Yıldırım ve aile bireylerinin vergiden muaf off-shore hesapları ifşa ediliyordu. Paradise ve Man belgeleri açıklanmadan önce yapılan vergi zamlarına yönelik muhalefet tarafından gerçekleştirilen bu “nokta atışı” belgelerin sahteliği-gerçekliği üzerine odaklanan tartışmalar, meselenin bağlamından koparılarak bu “hamlelerin” boşa düşürülmesi, iktidarın hanesine “artı” olarak yazıldı.

Zarrab Davası’nda ise yine yerlilik-millilik vurgusunu içeren “anti-ABD’ci” söylemin, 16 Nisan’da oluştuğu varsayılan Hayır Bloku’nun bölünmesine yönelik bir strateji taşıdığı söylenebilir. Kaldı ki, devletin Rıza Zarrab tutuklandığında “bizi ilgilendiren bir konu değil”, davanın başlamasına yakın Zarrab için ABD’ye nota vermeye varan, itiraflara başlayınca ise aynı şahsın “ajan” ilan edilmesi şeklinde gelgitler içeren bu “tavrı” Saadet ve Vatan Partisi gibi “Hayır Bloku’nun” farklı cenahlarınca sahiplenildi.

Ancak, iktidarın iç ve dış düşman tanımlarında belirginleştirdiği öznelerden gelecek “salvoları” salt siyasi hamlelerle geçiştirmesi, Zarrab Davası söz konusu olduğunda mümkün olmayabilir. Dava sonuçlandıktan sonra, ABD’nin İran’a yönelik ambargosunun delinmesinde kullanılan Halk Bankası üzerinden TC’ye uygulanabilecek bazı ekonomik yaptırımlar, halihazırda kırılgan olan ekonomi üzerinde önümüzdeki süreçte daha da olumsuz etkiler yaratabilir. Keza geçtiğimiz günlerde açıklanan kağıt üzerindeki “ekonomik büyüme” raporu, olası bir mali krizi gerçeklikten kopuk bu rakamsal verilerle savuşturmaya yönelik bir hamle olarak okunabilir. Bu da, ABD’de Trump’ı bile koltuğundan etme potansiyeline sahip olduğu söylenen Mike Flynn gibi bağlantıları nedeniyle, New York’ta görülen davayı, iç politika getirilerine mal ederek hukuksal zeminden -“Türkiye’nin hedeflendiği” söylemiyle- siyasi bir zemine çekmeye çalışan iktidarın, ciddi bir strateji hatası yaptığına işaret ediyor.

Zarrab Davası, ilk günlerdeki sıcaklığını yitirmeye yüz tuttuğu sırada, devletin -henüz tasfiye edilmemiş- tek muhalefet partisi konumundaki CHP’ye yönelik gerçekleştirilen, belediye başkanının görevden alındığı “Ataşehir” hamlesi ise, hem ufuktaki seçimler, hem Ataşehir gibi yükselen bir rant merkezinin kontrolünü ele geçirme, hem de gücünü belediyeler dahil tahkim etmeyi hedefleyen parti-devlet rejiminin inşası bağlamında değerlendirilmeli. Önümüzdeki günlerde başka bazı CHP belediyelerine uzanması beklenen Ataşehir benzeri soruşturmalar, söz konusu belediyelerde yolsuzluk yapıldığına dair bir kamuoyu algısı yaratmayı hedefliyor. Böylece Man Adası, Zarrab Davası gibi açıkları nedeniyle iktidarın “üzerine gelen” muhalefet partisi, yaklaşan seçimler öncesi, “yolsuzlukların odağı” olarak gösterilirken, diğer taraftan “tonunu düşürmediği” taktirde kendisini, el konulan HDP belediyeleri benzeri bir akibet beklediği imasıyla tehdit ediliyor.

Şu anda kendisini CHP ve benzeri siyasi odaklarda belirginleştiren muhalefet algısının, bunun gibi şantaj siyaseti karşısında geri adım atması da önümüzdeki süreçte kimse için şaşırtıcı olmasa gerek. Halihazırda resmi ve resmi olmayan iki denetleme mekanizmasının (meclis-medya) iktidarın kontrolünde olduğu bir siyasi atmosferde, Paradise- Man Adası belgeleri- Zarrab Davası üzerinden iktidarı “yıpratmaya” girişen söz konusu muhalefet, devletin yolsuzluklarının ayyuka çıktığı ve medyanın da bu denli kontrolde olmadığı 17-25 Aralık sonrası, iktidar tarafından davet edildiği “seçim minderine” çıkmakta sakınca görmemiş, hatta yolsuzlukların ve öncesinde Gezi’de katledilenlerin “hesabının” orada sorulacağı illüzyonuna kapılmıştı. Ancak önümüzdeki süreçte Man belgeleri, Zarrab davası ve benzerlerinin, iktidarın yükseltmeye çalıştığı duvarı aşındıracağını da göz ardı etmeden, başka bir direniş hattı kurmak gerektiği, bu illüzyonun karşısında bir gerçeklik olarak duruyor.


Emrah Tekin

[email protected]

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 42. sayısında yayınlanmıştır.