31 Mart Seçimleri Üzerine

AKP ve MHP  tarafından 24 Haziran 2018 seçimleri öncesi oluşturulan ve “Cumhur İttifakı” adı verilen milliyetçi-muhafazakar koalisyonun “beka mücadelesi” haline getirdiği 31 Mart yerel seçimleri dün gerçekleştirildi. Söz konusu ittifakın 24 Haziran’da aldığı yüzdelik oy oranını aşağı yukarı koruduğu (%51 civarı) seçimlerde, bazı büyük şehir ve taşra belediyeleri, CHP ve İyi Parti’nin oluşturduğu, HDP’nin de belirli bölgelerde, aday göstermeyerek destek verdiği “Millet İttifakı’na” geçti. Bakur’da 2015-2016’da yaşanan “Hendek Savaşları” sonrası devletin kayyum atayarak gasp ettiği belediyeler ise beklendiği üzere HDP  tarafından geri alındı.

AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın öncekilere oranla gayet coşkusuz bir şeklide yaptığı “geleneksel” balkon konuşmasında ise, sonuçlar ortalama bir üslüpla ve son derece temkinli bir dille değerlendirildi. Erdoğan’ın konuşmasında dikkat çeken nokta ise, seçim propagandası boyunca ana söylemine oturttuğu “beka mücadelesi” vurgusunun sürdürülmesi oldu. Menbiç ve Fırat’ın doğusuna saldırı sinyali veren Erdoğan, bu söylemleriyle Cumhur İttifakı’ndaki ortağı MHP’ye de mesaj göndererek, ittifakın kendi tabiriyle “pazara kadar değil, mezara kadar olduğunu” teyit etti. Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik, tekrar gündeme getirdiği Menbiç ve Fırat’ın Doğusu açıklamaları aynı zamanda Astana Süreci’ndeki ortağı Rusya’ya yönelik İdlip göndermesi olarak da değerlendirilebilir. Zira İdlip’e yönelik operasyonu sürekli erteleyen ve Erdoğan’ın iktidarını istikrarsızlaştırmamak adına 31 Mart öncesi gündeme getirmeyen Rusya’ya karşı Menbiç ve Fırat’ın doğusuna yönelik saldırı sinyalleri daha önce de bir kart olarak masaya konmuştu.

Katılımın, yaklaşık %86’lık bir oranın ölçüldüğü 24 Haziran’a göre kısmen düştüğü (%80  civarı) 31 Mart Seçimleri, Cumhur İttifakı’nın büyük bileşeni AKP  açısından, 1994’teki yerel seçimlerde kazanılarak, fiilen iktidar yürüyüşünün başlatıldığı İstanbul ve Ankara’nın kaybedilmesi bağlamında, bir yenilgi olarak değerlendiriliyor. Bu kentlerin yanı sıra, her seçimde CHP’nin kazandığı İzmir’de de sonuç 31 Mart’ta değişmedi. Türkiye’nin nüfusunun, yıl içinde gerçekleşen iş göçleri nedeniyle yaklaşık yarısının yaşadığı 3+3 büyük kentinde ise (İstanbul,Ankara,İzmir+Bursa,Adana,Antalya)Bursa hariç, iktidar bloku aleyhine çıkan sonuç, bu kentlerdeki ezilen ağırlıklı nüfus göz önünde bulundurulduğunda dikkat çekici. 6 Büyük şehir özelinde ortaya çıkan bu lokal sonuç aynı zamanda, AKP-MHP  koalisyonunun, gün geçtikçe ağırlaşan ve hissedilirliği artan ekonomik krizi görünmez kılmak amacıyla da sürüme soktuğu “beka” söyleminin, ezilenler nezdinde ciddi bir karşılığının olmadığını gösteriyor. Ayrıca bu kentlerde ortaya çıkan bu sonuçta, ekonomik krize yönelik tepkinin yanı sıra, seçim öncesi iktidar blokunun ayrımcı ve saldırgan üslubuna muhatap olan Kürt seçmenin de belirleyici olduğunun altı çizilmeli.

Büyük şehirler dışında kalan bazı şehirlerde de muhalefet lehine bazı sonuçlar alındı. Bu şehirler arasında, Demokrat Parti döneminde, muhalefet lehine milletvekili çıkardığı için ilçe yapılarak “cezalandırılan” ve o dönemden sonra geleneksel olarak sağ partilerin seçim kazandığı Kırşehir’in yer alması dikkat çekti. Kırşehir’in dışında, önceki seçimlerde milliyetçi-muhafazakar partilerin seçildiği Burdur,Bolu ve Bilecik gibi şehirlerde de sonucu ulusalcı-seküler seçmenin belirlediği söylenebilir.

Merkez ve dışında kalan şehirler haricinde, Giresun’un Eynesil ilçesinde ortaya çıkan sonuç ise, gözlerden uzak kalan ama iktidarın adaletsizliklerine verilen yanıt açısından diğerleri arasında en ayırt edici olandı. Geçtiğimiz yıl nisan ayında  evinin önünde “şüpheli bir şekilde” yaralanan ve daha sonra yaşamını yitiren 11 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın yaşadığı Eynesil’de AKP  aleyhine sonuç ortaya çıktı. Eynesil’deki seçim sonucu, toplumsal vicdan açısından, önceki yıllarda Reyhanlı’da ya da Soma’da “karşılanmayan beklentilere de” kısmi bir yanıt olarak değerlendirildi.

7 Haziran 2015 seçimleri öncesi ana slogan olarak belirlediği “seni başkan yaptırmayacağız” stratejisinin bir benzerini 31 Mart’ta “Bakur’da kazanma, batıda AKP”ye kaybettirme”şeklinde benimseyen HDP’nin ise bu stratejisinde her şeye rağmen başarılı olduğu söylenebilir. Seçim öncesi AKP  tarafından azami bir biçimde “kriminalize edilen” HDP, Amed,Van, Mardin gibi büyük şehirleri geri alırken, oy kullanmak için binlerce kolluk kuvvetinin kaydırıldığı ve esasen 2015-2016’daki devlet saldırılarında insansızlaştırılan Şırnak’ta, devletin seçim yoluyla zor kullanımına örnek teşkil edecek biçimde seçimi kaybetti. MHP  yönetiminden alınan Kars ise, Şırnak sonucu özelinde telafi edici bir anlam ifade etti.

31 Mart Seçimleri dünya basınının da gündemindeydi.  İngiltere’de yayınlanan Guardian gazetesi, 31 Mart Seçimleri’nin bizzat Erdoğan tarafından  16 yıllık iktidarı için bir referanduma dönüştürüldüğünü belirtti. Guardian yorumunda ayrıca,  “…ülkedeki ekonomik durum Erdoğan’a olan halk desteğini azaltmaya başladı” denildi. Seçimde alınan ilk sonuçları,  AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana aldığı ilk önemli yenilginin işaretleri olarak değerlendiren gazete, HDP’nin de kayyum atanan bazı belediyeleri geri aldığına dikkat çekti. Yaşanan ekonomik krize de vurgu yapan Guardian,  “…yüzde 20’ye yakın seyreden enflasyonun ve hayat pahalılığının bedelini de AKP’li işçi sınıfı seçmeni ödüyor.” ifadelerini kullandı. BBC News ise  AKP’nin İstanbul ve Ankara’yı kaybettiğini, bunun da 16 yıllık iktidarına bir sekte olarak görülebileceğini yazdı. Sonuçlara ekonomik anlamda mercek tutan Financial Times gazetesi de “İstanbul ve Ankara’nın kaybı ve Adana ,Antalya gibi  ekonomik anlamda güçlü illerdeki kayıplar AKP’nin liderliğindeki siyasi ittifaka açık bir mesaj gönderdi” yorumunu yaparken, “Seçim geride kaldığında neler olacağına yönelik soru işaretleri giderilmiş değil. Türk Lirası kaçınılmaz sonu bekliyor” diyerek TL’de devalüasyon yaşanacağını öngördü. Yunan basını da, seçim öncesi Ayasofya’yı camiye dönüştürme sinyalleri veren Erdoğan’a bu söylem üzerinden yanıt verdi. Zougla haber sitesi, “Ayasofya’nın gazabı Erdoğan’a oy kaybettirdi” yorumu yaparken, Ta Nea gazetesi de sonuçları ekonomide çekilen sıkıntılar çerçevesinde siyasi bir mesaj olarak değerlendirdi. Alman medyası da sonuçları, ekonomik kriz üzerinden okudu. Stuttgarter Nachrichten gazetesi  “…Zafere alışkın olan Erdoğan’ın partisi AKP bugüne kadar Türkiye’de artan refah ile eş tutuluyordu. Ancak Pazar günü hükümeti ekonomik durgunluk, işsizlik ve paranın değer kaybetmesinden sorumlu tutan seçmenlerinin çoğu evde kalmayı veya rakip partilere oy vermeyi tercih etti.” yorumu yaparken, AKP  ve Erdoğan’ın ekonomik krizin gerçek boyutlarını örtbas etmeye çalıştığını, kaybetmeyi engellemek istiyorsa, bunun aksi şekilde hareket etmesi gerektiğini vurguladı.

2014’ten bu yana tekrar, erken, baskın, referandum, başkanlık ve yerel olmak üzere, 31 Mart ile yedinci seçimi geride bıraktık. İktidar sahiplerinin savına göre en az 4.5 yıl seçim olmayacağı söylense de, geride bıraktığımız pratikler ve her ne kadar zor kullanma yöntemleri artsa da, seçim yoluyla rıza üretme yönteminin terk edilmemesi nedeniyle, önümüzdeki süreçte toplumun önüne yeni bir seçim sandığı konulması şaşırtıcı olmaz. Ancak “demokrasi” kılıfında birbirinin ardı sıra dizilen seçimlerden ve bu seçimlerde elde edilen “yavaş” ve yanıltıcı olmaya son derece açık “kazanımlardan” ziyade, önümüzdeki süreçte,  mevcut ekonomik krizin ezilenlerde yaratacağı politik sonuçlarına yoğunlaşmak, devrimci muhalefetin iktidarın seçim illüzyonunda kaybolmamasını, dolayısıyla devletin gündemine angaje olmamasını sağlayabilir. Seçimler yoluyla elde ettiği ekonomik ve politik çıkarları kaybetme korkusuyla toplumun her kesimine saldırma potansiyeli taşıyan ve bunu pek çok kez hayata geçiren iktidarın yalanlarla inşa ettiği kendi dünyasını ortadan kaldırmak bu şekilde mümkün olacaktır. Parlamenter demokrasilerin “en demokratik” olanlarında bile, kendi azınlıklarının çıkarlarını, TC’nin mevcut iktidarının söylemiyle “bekasını” , seçimler yoluyla toplumun çıkarlarıymışçasına dayatan zorbalığı 1924’te gündeme getiren Errico Malatesta yoldaşın bu öngörüleri bugün, belki de her zamankinden daha güncel bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.