Öğrenci Yemeği Yetmez Dayanışmayı Örgütleyelim – Zeynel Çuhadar



Yakın zamanda İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen yemekhane boykotu ve ardından Sibel Ünli’nin yaşamını yitirmesinin ardından pek çok farklı kanaldan öğrencilerle dayanışma göstermek için harekete geçenler oldu. Olayı kendi yaptığı ya da bir parçası olduğu “burs” gibi hayırseverlik çalışmalarına dahil etmeye çalışanların yanında başka bir grup, özellikle basının epey ilgisini çekti.

Yanlış hatırlamıyorsam Beşiktaş’taki bir kafe/bar tarafından başlatılan furyayla, İstanbul’un dört bir yanından ama en çok da Kadıköy’den restoranlar ve kafeler, öğrencilerle dayanışmak için günlük personel yemeklerinden bazıları 5, bazıları 10 tanesini öğrencilere ücretsiz ikram edeceğini duyurdu, bazıları sayı sınırı koymadı, bazıları saat aralığı verdi uygulamalar çeşitlenerek arttı. Artan yemekhane ücretleri, kalacak yer (öğrenci evi, yurt, apart) masrafları, el yakan kitap fiyatları öğrencilerin gündelik yaşantısının sıkıştırmaya devam ederken böyle bir uygulamanın özellikle merkezlerde vakit geçirmek durumunda olan üniversite öğrencilerinin pek çoğu için olumlu olduğu ortada. Tabii bir yerden ücretsiz yemek istemenin getirdiği sosyal baskı ya da halihazırda öğrencinin orada çalışıyor olma ihtimalini düşünmediğimizde…

Hizmet Sektöründe Genç İşçilik

Yukarıda bahsettiğimiz gibi, bugün gençliğin büyük bir kısmı geçimini sürdürebilmek için çalışmaya mahkum durumda. Özellikle Anadolu’dan gelmiş veya İstanbul’daki “kenar mahalleler”de yaşayan gençler için okumak, yarı zamanlı ya da ektsra bir işte çalışmakla aynı anlama geliyor. Son süreçte Sibel Ünli’nin şahsında bütünleşen intiharlar da yalnızca sosyo-psikolojik etkileşimlerin birey üzerinde kurduğu baskının ötesinde bir yerde konumlanıyor. Bir avuç zenginin çocuğu binlerce liralık özel okullarda, çeşit çeşit açık büfe yemeklerin sunulduğu restoranlarda rahatça vakit geçirebilirken; pek çoğumuzun yemekhane kartını doldurmak için üç kuruş parayı bir araya getiremediği zamanlar oluyor. Öğrenciler sosyal aktivitelere katılabilmek için ücretsiz etkinliklerin peşine düşüyor, evdeki (ya da yurt/apartındaki) buzdolabını doldurmak için indirim zamanlarını bekliyor. Bütün bunlar içerisinde sisteme kalifeye eleman yetiştirmeye hevesli ailelerin gelecek kaygısının bunalımına itilmeye çalışılıyor.

Söz konusu genç insanlar, geçinebilmek için hizmet sektörüne yöneliyor demiştik. Yöneliyor çünkü zamanlarını uydurabildikleri esnek çalışma saatlerine sahip bu sektör, tabii ki bu durumu patronların çıkarına kullanmaya çok müsait. Geçici, güvencesiz ve “pek de bir geleceği olmayan” bu üniversite okuyan genç işçilerin geciktirilen ya da yatmayan maaşları, yapılmayan sigortaları, ellerinden alınan tatilleri patronların ceplerini daha rahat doldurmalarına olanak sağlıyor.

Kadıköy’de Dayanışma Kültürü Geçmişi

Özellikle Kadıköy bölgesinde yoğunlaşmasından ve İstanbul’da bu ilçenin “alternatif” karakteri üzerinden değerlendirdiğimizde bir iki faktör öne çıkıyor. Öncelikle şehrin genelinde ötekileştirilen azınlıkların yerleşiminin yoğunlaştığı, tutunma olanağı bulunmayan alternatif müzik, karikatür, tiyatro gibi kültürlerin gelişimine olanak sağlayan özgürlükçü havanın, yıllardan beridir toplumsal olaylara ses çıkaran muhalif yapısının arkasında saklı güçlü bir dayanışma geleneğinin olduğu (tam tersi örneklerin de bulunmasının yanında) önemli bir gerçeklik olarak hafızamızda duruyor.

Coğrafyanın gördüğü en geniş ölçekteki gençlik katliamı denilebilecek Suruç Katliamı’nda yaşamını yitirenleri anmak için birkaç ay önce Kadıköy’de gerçekleştirilen anma eylemine polisin saldırması sonrası, dükkanlarının, evlerinin kapılarını açan, polise eylemcileri vermemek noktasında inisiyatif alan mahallelinin geçmiş başka süreçlerde de sergilediği tavır aklımızda. Toplumsal muhalefetin gücünün dönem dönem değişmesi bu konudaki cesur tutumların tonunu dönem dönem değiştirse de, Kadıköy’ün sisteme muhalif çoğunluğunun varlığı reddedilemez bir gerçeklik.

İşin “ekonomik dayanışma” tarafında ise bu bölgede yıllarını geçirmiş hemen herkesin öyle ya da böyle bir anısının olduğu pek çok örnek mevcut. Hepimiz hesap öderken parası eksik çıkıştığında ya hiç hesap almayan ya da eksik hesap alan küçük yemek dükkanlarını, herkese çay dağıtan kafeleri, başka zaman ödersin diyen berberleri ve sayıyı her geçen gün azalan bu küçük mekan sahibi insanları hatırlarız.

Diğer yandan tersi örneklerde bulunup da Kadıköy içerisinde bir alıcı bulamayan ya da zaman içerisinde kapanmak zorunda kalan pek çok mekan da yine hatırımızdadır. Açılışına çok bilinen bazı çetelerin çelenk gönderdiği ve sonra tutunamayan, birkaç hafta içinde kapanan kurabiyeci bu örneklerden yalnızca bir tanesi. Nefretle, ötekileştirmeyle adı çıkmış mekanların, tabii ki iç dinamikleri açısından tartışmalı olabilecek bu “Kadıköy kültürü” içerisinde tutunamadığı ortada.

Bu bağlamda değerlendirdiğimizde, aslında ezilenlerin arasında bir incelik olarak nitelendirdiğimiz dayanışma kültürünün köklerini, bu gibi kampanyaların dışında daha derinlerde aramak gerekmektedir. Kadıköy’de varolan dayanışma kültürü ne şimdi başladı, ne de bu eylemlerle beraber bir anlam kazanıyor. Varolan var olduğu yerde duruyor ancak asıl önemli olan, yaşamın gerçek varlığına içkin adaletsizliklere söz söyleme kısmında kalıyor. Çütün bütün bu olumlu görünen örneklerin yanında, aynı zamanda pek çoğu öğrenci olan işçilerinin maaşlarını yatırmayan/geciktiren, sigortasını ödemeyen, esnek çalışma saatleriyle sömüren kişiler, aynı hizmet sektörü döngüsünün bir parçası oluyor. Öğrencilerle dayanışmak için 10 tane fazladan personel yemeği çıkartan işletme, o yemeği aynı zamanda öğrenci olan işçisine taşıttırıp, kirasını ödeyemeyen mutfakçısına pişirtiyor. İmaj için furyaya dahil olan, doğrudan kendisine ve kendi çıkarlarına değen kısmıyla ilgilenmeyi tercih etmeyebiliyor.

İmaj Kampanyaları Değil Toplumsal Dayanışmayı Örgütleyelim

Coğrafyamızın dört bir yanında sömürü ve adaletsizlikler artarak sürüyor. Buna karşı mücadele edenler, buldukları ilk çatlaktan sızıp o çatlağı derinleştirerek güç kazanmaya çalışıyor. Bu noktada dayanışma bizim için faydalı olmasının ötesinde hayatta kalmamız için bir gerekliliğe dönüşüyor. Birbirimize ihtiyacımız var, ancak birbirimize olan ihtiyacımız, ekonomik ve toplumsal statülerimizden ayrılarak, konuşulmayanları konuşup, şu ana kadar paylaşılmamış olanları paylaşarak tamamlanır ancak. Toplumsal dayanışmanın ete kemiğe bürüneceği zemin budur. Tam da bu sebeple, etrafımızda olup bitenlere bu gözle bakmak bugün daha farklı bir anlam taşıyor. Bundan yıllar önce, yalnızca şehrin değil coğrafyanın da en büyük merkezini devletten temizleyen; mücadele, örgütlenme, paylaşma ve dayanışma kültürünü kendi arasından çıkarıp herkesin gündemine sokan bizlerdik. Bunu yine yapabiliriz, tek ihtiyacımız olan birbirimize olan inancımız.