Korona Krizinde Yaşlılığa Terk Edilenler – Burak Aktaş & Şeyma Çopur

“24 Mart günü İspanya’da, bir huzurevinde onlarca yaşlı yataklarında ölüme terk edilmiş halde bulundu.” Bu haber, birçoğumuzun anasayfasından geçip gitti. Gerçekliğine inanmak zor olsa da, gerçekten de huzurevindeki bazı yaşlılar yataklarında ölü halde bulunmuştu. Böylesi bir zamanda kimsesizliğe terk edilmek mi? Ölümü, terk edildiğin yatakta beklemek mi?

Kimsesizliğe terk edilmek mi? Kimsesizliğe terk edilmek. Yalnızca huzurevinin yataklarında değil. Evinde, sokağında, dünyada.

Bu haberden günler önce, yine sosyal medyada, yaşlı bir amcanın kameraya çekilerek servis edilen görüntüsüne şahit olduk. 65 yaş üzeri kişilere yönelik tedbir amaçlı sokağa çıkma sınırlaması yeni başlamıştı, bunu fırsat bilen bir genç ise sokakta ilk bulduğu yaşlıya “Amca ben polisim, seni tutuklamamız gerekiyor. Bu seferlik serbest bırakıyoruz, evine git.” diyerek “şaka” yapmıştı. Isparta’da ise henüz sokağa çıkma sınırlaması getirilmeden önce, bankta oturan iki yaşlı kişinin üzerine su fırlatılmış ve o anın görüntüleri sosyal medyada servis edilmişti.

Yaşlılarda ilk olarak karşılaştığımız, sağlık için zorunlu olan “evde kalma” halinin algılarımızda yer ediş biçimi ötekileştirmenin bir başka hali anlayacağımız… Her şeyin “gençlik” motifleri üzerine kurulu olduğu bir sistemde genç olanın, yani sosyalleşme biçimlerinin her halinde yeri hazır olanın; sosyallikte yeri olmayana, ilk gözden çıkarılacak olanlara, yaşlılara üstünlüğü.

Bu üstünlüğün peşine düşmek ve kaynağı üzerine düşünmekse önemli. Önemli çünkü herkes kendisinin ve yakın çevresinin yaşamı için telaş halindeyken, bir şeyler gündelik hayatın ve sosyal medyanın akışında olağanlaşıyor.

“Genç kuşaklar için yaşlılar kendisini feda etmeye hazır”

ABD/ Teksas’taki vali yardımcısı yaptığı açıklamada, söz konusu dünyanın kurtulmasıysa yaşlıların kendisini feda etmeye hazır olduğunu söyledi. Çünkü söz konusu olan yaşlıların çocuklarının ve torunlarının yaşayacakları hayattı.  Yaşlılar bu fedayla, yeni bir “kahraman” figürü olarak ölümsüzleşebileceklerdi.

Oysa vali yardımcısının peşinde olduğu “dünya”nın gerçekte ABD’nin dünyası olduğunu anlamak zor değil. Öyle ya, böyle bir kahramanlık, ancak bu dünyada yeri olmayanların fedakarlığıyla üstlenilebilirdi.

Bu dünya, genç olanların dünyasıdır.

İktidar doğası gereği her zaman kendisini korumaya ve genişletmeye çalışıyor. Modern devlet mekanizması iktidarını her zaman sadece fiziksel şiddet kullanma gücüne dayandıramaz. Bu sebeple yönetilenlerin en azından bir kısmında rıza yaratmak zorundadır. Bunun için de kendi iktidarından, basiretsizliğinden ve beceriksizliğinden zarar görenleri; günah keçisine çevirmek ve onları hedef tahtasına oturtmak her zaman başvurduğu bir stratejidir. İçinde bulunduğumuz salgın süreci ise iktidarın bu doğasını belki de her zamankinden daha görünür kılıyor. Bu mekanizmanın nasıl işlediğini hatırlamamız için yakın toplumsal geçmişimize bakmamız yeterli olacaktır.

Düşünün. Ataerkil şiddetten etkilenenler kadınlar olmasına rağmen, iktidar sözcüleri her fırsatta kadın düşmanı söylemler üretmektedirler. Bu da toplumsal yapının içerisinde duymaya alıştırılmaya çalışıldığımız “O saatte ne işi varmış?” , “Neden o kıyafetleymiş?” vb. ithamların sesini yükseltmesine sebep olmuştur. Yargı da bu politikayı takip edip katil erkeklere tahrik indirimi, iyi hal indirimi gibi  mekanizmalarla kendi ataerkil iktidarını korumaya çalışıp esas ezilenler olan kadınları günah keçisi ilan etmiştir/ etmektedir.

Hatırlayın(!) Gezi İsyanı sırasındaki polis şiddeti de aynı yöntemle meşrulaştırılmıştı. İnsanları sokağı ele geçirmeye ve direnmeye iten hiçbir sorun konuşulmadan, isyancılar suçlanmıştı ve kriminalize edilmişti. Şiddet kullanma tekeline sahip iktidar, silahlı polisleriyle insanlara saldırmış ve bizzat kendisinin baskıladığı insanları hedef göstererek şiddetini -en azından halkın bir kısmının gözünde- meşrulaştırmıştı.

Peki Koronavirüs sürecinde iktidar mekanizması yaşlılara karşı nasıl yürütülüyor?

İktidar bahsi geçen “Hedef Göster-Suçla/ Kendini Koru/ Yaptıklarını Meşrulaştır/ Sorumsuzluğunu İlan Et” mekanizmasını, çoğunlukla Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın twitter açıklamaları ve televizyondaki konuşmalarıyla işletiyor. Yaşamını yitiren insanların yaşlı olduğu defalarca vurgulanıyor. Sanki iktidarın bu virüsün varlığından haberi yokmuş gibi, sanki yaşlıların risk grubunda olduğunu hepimiz en azından 2 aydır bilmiyormuşuz gibi! T.C Devleti kendi tedbirsizliğini, organizasyon eksikliğini, insan dışılığını unutmamızı istiyor; odaklandığı tek nokta kendi sistemini tıkır tıkır işletecek olanları, yani  “gençleri” yaşatmak. İktidar tarafından yükseltilen “Yaşlılarımıza laf söyletmeyiz!” cinsinden sözlerin ise altının boş olduğunu görmek zor değil. Devletin, gençlik zamanında çalıştırıp yaşlılığında emekli maaşı ödediği bu insanları bir “yük”ten ibaret gördüğü ortada.

Toplumda empati duygusu köreltilmiş insanların nefret suçuna varan hareketleri için uygun ortamı sağlayan, tam da bu iktidar mekanizması ve iktidarlı ilişkilerin gündelik hayatımızdaki yansımasıdır. İktidarı değil de mağdurları, dışlananları suçlamak; senin kadar sisteme tutunamayanlara duyduğun küçümsemenin gücüyle onlarla dalga geçmek… Tüm bunlar iktidarın türlü biçimlerinin ürettiği davranış şeklini oluşturuyor.

İktidar yine kendisini korumuş; yandaşlar ve kendisine faydalı olanlar dışındaki insanların sağlığını hiçe saymayı, yetersiz sağlık koşullarını, adaletsizlikleri, sırf diğerlerinden önce doğduğu için toplumun bir kısmını ölüme terk etmeyi meşrulaştırmış ve bütün sorumluluklarından kurtulmuş oluyor.

Halklar, işçiler, kadınlar, gençler… Devletin ezileni, zarar göreni suçlama geleneğinin son halkası yaşlılar…

İktidarın bütün koşullarda, salgınlarda, depremlerde, savaşlarda sadece kendini korumak ve genişletmek istediğini görmüyor musunuz?

Bunu yapabilmek için her türlü yöntemi deneyebileceklerinden ve davranışlarımızı bile ele geçirebileceklerinden kuşkunuz var mı?

Yaşlılara, yaşlı oldukları için duyduğumuz toplumsal öğretilmişliklerin saygısıyla değil toplumsal ilişki biçimimizde her bireyin bir başkasının yaşamına duyduğu saygıyla yaklaşmamız gereken günlerdeyiz. Koronavirüsün bedenimize buluşma ihtimaliyle yaşarken iktidarlı ilişkilerin ruhumuza bulaşmasına dair tedbirlerimizi de almalıyız.