"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: Biyografiler

Paris Komünü’nde bir anarşist feminist: Nathalie Lemel

lemel
Nathalie Lemel 1871’de Paris Komünü’ne katılmış militan bir anarşist ve bir feministir. Komünün dağılmasından sonra “Komünün Kızıl Bakiresi” olarak anılan Louise Michel ile birlikte Fransız sömürgesi olan Yeni Kaledonya’ya sürülmüştür.

Nathalie Lemel 26 Ağustos 1827 tarihinde Brest’te dünyaya geldi. 12 yaşına kadar öğrenim gördükten sonra kitap ciltçisi olarak hayatını sürdürmeye başladı. 1845 yılında kendisi gibi ciltçi olan Jerome Lemel ile evlendi ve üç çocukları oldu. 1849 yılında yeni bir kitapçı açmak için Quimper’e geldiler. Ancak kitapçıyı 1861 yılına kadar sürdürebildiler. Jerome’nin içkiye aşırı düşkünlüğü yüzünden iflas ettikleri zaman Nathalie eşini terk etti ve üç çocuğunu da alarak Paris’te iş bulabilmek için yola koyuldu.

Öfkeli militan; Ulrike Marie Meinhof

Alman radikal sol kanadı militanı ve gazeteci. Oldenburg’da doğan Meinhof, Baader-Meinhof Grubu olarak da bilinen Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun kurucularından biriydi. İlk başlarda nükleer karşıtı hareketin bir üyesiydi ve konkret adlı radikal sol gazetenin editörüydü. 1961 yılında bir komünist olan Klaus Rainer Röhl ile evlendi. Bu evlilikten Bettina ve Regine adlı ikizleri oldu. 1968 yılında boşanan Meinhof, Berlin’deki daha radikal solcuların arasına karıştı. Sol kanadın kullandığı sıradan mücadele araçlarının etkisizliği nedeniyle hüsrana uğrayan Meinhof, 1970 yılında Andreas Baader’in hapisaneden kaçmasına yardım etti ve daha sonra kimi soygunlarda ve sanayi siteleriyle Amerikan askeri üslerinin bombalanması eylemlerinde rol aldı. Grup Alman basını tarafından hemen “Baader-Meinhof Çetesi” olarak adlandırıldı.

Voltairine de Cleyre

Emma Goldman’ın sözleriyle “Amerika’nın yetiştirdiği en yetenekli ve keskin zekalı anarşist.” Erken ölümünün, bugün diğerleri gibi tanınan bir anarşist olmasını engellediği kabul edilir.
Michigan’da küçük bir kasaba olan Leslie’de doğdu, babasının ailenin geçimini sağlayamaması nedeniyle küçük yaşta zorunlu olarak Katolik manastırına verildi. Bu deneyim onun üzerinde Hıristiyanlıktan çok ateizmin etkili olmasına neden oldu. Sarnia’da (Ontario, Kanada) bulunan Manastır’da geçirdiği zaman hakkında Cleyre şöyle demiştir: “Ölüm Gölgesi Vadisi gibiydi, ve o boğucu günlerde ihmalin ve batıl inancın yakıcı cehennem ateşinin bedenimde bıraktığı beyaz yara izleri var.” Voltairine de Cleyre buradan Huron Michigan Limanı’nı yüzerek ve 17 mil yol yürüyerek kaçma girişiminde bulundu, ailesinin arkadaşları ile karşılaşması ardından babasına haber verilerek geri gönderildi. Yeniden kaçan Cleyre bu defa bir daha geri dönmedi.

Uzlaşmayan bir kadın; LOUİSE MİCHEL


Paris Komünü’ne hayat veren ve Komün’e kendinden izler bırakan kadınlardan birisi de Louise Michel’di.
Louise Michel, 29 Mayıs 1830’da Fransa’da Vroncourt şatosunda dünyaya geldi. Annesi şatonun hizmetçilerinden biri idi. Babası ise küçük Louise dünyaya geldikten kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuştu. Küçük Louise dede ve büyükanne diye çağırdığı şatonun sahiplerinin yanında büyüdü. Okuma-yazmayı Voltaire hayranı olan dedesinin gayretleriyle öğrendi. Yine ondan iyi bir eğitim aldı.
Louise ilkokul öğretmeni olmak istedi ve sınavları kazandı. Ancak bu mesleği yapabilmesi için imparatorluğa bağlılık yemini etmesi gerekiyordu; Louise Michel bunu reddetti. Dedesinden aldığı eğitimle sıkı bir cumhuriyet taraftarı olmuştu. Sonuçta resmi okullar yerine özel okullarda çalışmak zorunda kaldı. Hatta 1853 ocağında Yukarı Marne bölgesinde Audeloncourt’da özgür bir okulu bizzat kendisi açtı. İki yıl sonra da aynı bölgede bir başka okulda cumhuriyetçi fikirleri çocuklara aşıladığı için ilk kez emniyetin dikkatini çekti.

Lucy Eldine Gonzales


1853-7 Mart 1942 Teksas doğumlu bir sendikacı olan Lucy, siyahtı ve siyahlara karşı ayrımcılıkla savaştı. Kadındı, kadınlara karşı ayrımcılıkla savaştı. Emekçiydi, emekçileri ezen sömürü düzeniyle savaştı. Bugün geride bir tek fotoğrafı var. Bir de belleklere, belgelere bıraktıkları.

Lucy Eldine Gonzales 1871’de amcasına ait küçük çiftlikte kuzey Teksas’ta çiftlikleri dolaşan bir vergi tahsildarı olan Albert Parsons isimli bir beyazla tanıştı. O yıllarda Güney’de Jim Crow Yasaları hüküm sürüyordu. Ayrı ırklardan insanların evlenmesi yasaktı.

İktidarların korkulu rüyası;EMMA GOLDMAN

Emma Goldman 27 Haziran 1869′da Litvanya’da bir Yahudi gettosunda dünyaya geldi. Anne ve babasının küçük bir han işlettiği Popelan köyünde büyüyen Emma Goldman on üç yaşındayken ailesiyle St. Petersburg’un Yahudi mahallesine taşındı. Burada altı ay okula gittikten sonra, ailesi tarafından okuldan alındı ve bir fabrikada çalışmaya başladı. Babasının sürekli dövdüğü ve on beş yaşındayken zorla evlendirmeye kalktığı Emma Goldman, evlenmeyi reddetti ve Amerika’ya giderek orada yaşayan üvey kardeşinin yanına yerleşti. Amerika’ya gider gitmez, Doğu Avrupa’dan gelen diğer göçmenler gibi bir giysi fabrikasında işe girdi. 17 yaşındaki genç Emma Goldman’ı anarşizme yönelten, 4 Mayıs 1886′da Chicago’daki Haymarket Meydanı’nda anarşistler tarafından örgütlenen bir mitingde bir polis grubunun içine bomba atılmasının ardından beş anarşistin tutuklanması ve “anarşist oldukları için” dördünün idam edilmesi, birininse idamından hemen önce kendi hayatına son vermesi oldu. Bu olaylar sadece bir kuşağın vicdanını şekillendirmekle kalmadı; Emma Goldman’ın köklü bir dönüşüm geçirmesine de yol açtı. Emma Goldman Chicagolu anarşistlerin idam günü devrimci olmaya ve idam edilen anarşistlerin ideallerini yaşatmaya karar verdi.