24 Haziran Sonrası AB ile Yeni Sayfa mı?

24 Haziran Seçimleri geride kalırken, bölgesel ve küresel güçler de yeni konsepte uygun pozisyonlar alma emareleri gösteriyor. Bu minvalde seçimin “kazananı” Erdoğan’a yönelik ABD Başkanı Donald Trump ve İngiltere Başbakanı Thesera May’in tebrik telefonları sonrası, 24 Haziran Seçimleri’ne ilişkin seçimleri, yerinde gözlemleyen uluslararası resmi heyet üyesi ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Türkiye raportörü Estonyalı sosyal demokrat parlamenter Marianne Mikko’nun açıklamaları dikkat çekti. Mikko, DW Türkçe’ye verdiği mülakatta, seçime katılımın yüksek olmasını “demokrasi açısından olumlu değerlendirerek” Türkiye’deki rejimin Rusya ve Azerbaycan’dan farklı olarak, diktatörlük şeklinde değerlendirilemeyeceğini iddia etti.

Marianne Mikko, “…Seçimler iyiydi. Türk halkının ülkesinin nasıl yönetilmesi gerektiğiyle ilgilendiğini gösterdi. Yüzde 88 katılım oranı çok yüksek bir orandır. Hiçbir Avrupa ülkesinde, hatta dünyada bu derece bir katılım görmek kolay değildir. Bu nedenle alkışlanmaya değer. Bu pozitif bir gelişme. Sahte bir katılım olduğunu da düşünmüyorum…” ifadelerini kullandı.

AKPM Nisan 2017’de kabul ettiği bir kararla demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında Avrupa Konseyi üyeliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getiremez hale geldiği gerekçesiyle Türkiye’yi denetim mekanizmasına dahil etmişti. Bu denetim mekanizmasından çıkmayan bir ülke “liberal ve işleyen bir demokrasi” olarak kabul görmüyor. AKPM’nin bu kararı AB için de referans belge olma özelliğine sahip.

Öte yandan bazı AB uzmanları da, 24 Haziran sonrası ortaya çıktığını iddia ettikleri “çoğulcu meclisi” Türkiye’nin AB üyeliği için “umut veren bir gelişme” olarak yorumluyor. AB uzmanı Dr. Murat Demir Seyrek, AB çevrelerinde ilgiye mazhar olan, seçimlere yüksek katılımın ve güçlenen muhalefetin, tüm olumsuzluklara karşın, Türkiye’ye kapının tamamen kapatılmasına engel olacağını söyledi. Seyrek, AB tarafından, “mümkün olduğunca Türkiye ile gerginlikten kaçınma” politikasını, başta göçmen anlaşması olmak üzere, yürüyen işbirliklerini devam ettirerek, diğer taraftan da Türkiye’nin sadece hükümetten oluşmadığı gerçeğini temel alarak muhalefet ve sivil toplum ile daha sıkı bir işbirliği oluşturmak şeklinde ikili bir strateji geliştirileceğini belirtti. Ancak Brüksel merkezli estiği gözlenen bu bahar havasına karşın, iktidar tarafından kriminalize edilmeye çalışılan muhalefet ve göçmen anlaşmasının baştan beri şantaj aracı olarak kullanıldığı gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda bu bahar havasının ne kadar süreceği ve sürmesi için iki taraf arasında daha hangi pazarlıkların masaya getirileceği soruları cevaplanmayı bekliyor.