Dijiseksüel – Evrim Demirci

 

Yeni Bir Cinsel Yönelim mi Yoksa Aldatmaca mı?

Son günlerde internette dolaşan haberler, gün aşırı yayınlanan bilimsel makaleler, yayınlanan filmlerle yaklaştığı söylenen bir gerçekliğin hayatımızda yaratacağı değişiklikler üzerine konuşuluyor. Yapay zekalardan bahsediyorum. Elon Musk ve Mark Zuckerberg gibi popüler karakterlerin konuyla ilgili bahsettikleri belli başlı bazı başlıklar (pek çoğu on yıllar önce çeşitli bilim kurgu filmlerinde çok defa söylenmiş olan) bir yana, meselenin felsefi/politik bir kısmını işgal eden ve bu şekilde gündemimize giren farklı tartışmalar da söz konusu.

Dijiseksüel/Roboseksüel

Kelimenin ortaya çıkışı Manitoba Üniversitesi’nden Neil McArthur ve Wisconsin Üniversitesi’nden Markie Twist’in bir makalesine dayanıyor. Zaman içerisinde yapay zekaların ve farklı robotların hayatımıza girmesiyle yeni bir cinsel yönelimin ortaya çıkabileceğinden bahsediliyor. Gerçek insanlardan uzaklaşan ve yalnızca robotlarla ve yapay zekalarla ilişki kuran insanların yeni bir cinsel yönelim üretebileceklerine değiniliyor. 2017 yılında MIT Press’ten çıkan “Robot Seks; Etik ve Sosyal Öneriler” adlı kitabında ise Neil McArthur, meseleyi genişletiyor ve “Artık sanal seks döneminin başladığını kendimizden emin bir şekilde söyleyebiliriz” diyor.

Konu hakkında yazılıp çizilenler, yoğunluklu olarak iki ana başlıkta toplanarak değerlendiriliyor. Birinci dalga dijiseksüelllikte cinsel ihtiyaçların Tinder, Skype, Snapchat vb. dijital ortam aracılığıyla giderilmesine ilişkin tartışmalar yapılırken ikinci dalga; sanal gerçeklik, geri bildirime dayalı farklı sosyal etmenleri de içinde barındıran bir süreci öngörüyor. Sanal ortamların bir araç olarak ya da tatmin sürecinin kendisi olarak değerlendirildiği birinci dalga dijiseksüelliğe dair yazılar yayınlamış ABD’li gazeteci Emily Witt, araştırmasında yaygın bir eğilim keşfetmiş. Witt’e göre bu tür platformların kullanılması yoğunluklu olarak kişinin cinsel ihtiyaçlarını karşılayacak kişiyle karşılaşması ve süreci hızlandırması esasına dayalı. Sanal platformların bu şansı artırmasıyla ya da halihazırda kurulan ilişkiyi hızlandırmasıyla doğru orantılı olarak gün geçtikçe kullanımının da yaygınlaştığından bahsediyor. Witt, sanal ya da gerçek bunun etik bir sıkıntı yaratmadığı konusunda ikinci nesil dijiseksüellerle hemfikir.

İkinci nesil dijiseksüelliğe ilişkin konuşulanlar ise pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor. Öncelikle söylemek gerekir ki henüz bu sürecin tamamlanması bütünsel bir gerçeklik taşımıyor. Zira cinselliğin sağlanacağı yapay zekalı robotlar üretilebilmiş değil. “Real Doll Company” gibi birkaç şirket gerçekçi robotları üretmeye çabalıyor ancak pek bir ilerleme kaydettikleri söylenemez. Bir robotu standart bir insan gibi yürümesi, hareket edebilmesi için tasarlamak robot teknolojisinin karşısındaki en büyük sorun olmayı sürdürüyor.

Gerçek Zekaların Çözemediği Sorunlara Çare Yapay Zeka Mı?

Peki ya henüz gerçekliği dahi yokken yapay zekaya sahip seks robotlarının insan cinselliğini değiştireceği yorumları ve yeni cinsel yönelim tespitleri yapmak ne anlama geliyor? Bir reklam kampanyası mı yoksa erkek egemen toplumla ilgili sorunlara ilişkin çözüm umudu mu? Belki de her ikisi birden, ancak biliyoruz ki içerdiği anlamlar itibariyle daha fazlası…

Olasılıklar üzerinden yapılan konuşmalar irade tartışmalarını gündeme getiriyor. “Robotların iradesinin tanınıp tanınamayacağı” konu hakkında akla gelen ilk tartışmalardan biri. Kanadalı astronom David Levy 2007 yılında yayınladığı “Robotlarla Aşk ve Seks” isimli kitabında, 2050 yılında robotlarla ilk evliliğin yapılabileceğini iddia ediyordu. Ama o kadar uzaklara gitmeden de buna benzer girişimlere rastlamamız mümkün. 2012 yılında Seattle’da, Angela Marie Vogel ile bir heykel arasında gerçekleşen evlilik çok gündem olmuştu. Çağrılan papazın herhangi iki insan arasındaymış gibi kıydığı nikahın ardından, üst makamların araya girmesiyle evlilik iptal edilmişti. Sonrasında Vogel’in tepkileri pek yankı uyandırmasa da “cansız bir varlıkla” evlenilebileceği hatta bunun belki toplumsal bir meşruluk kazanabileceği bile gösterilmiş oldu. Geriye irade meselesi kalıyordu, konuşamayan ve “iradesi”ni belli edemeyen bir varlıkla ilişki kuramıyoruz tamam, peki ya sözkonusu “evet” diyebilen bir varlıksa?

Bütün bunların yanında dijiseksüel kavramı terkedilmiş, depresif kişilere ya da partner bulmakta zorlananlara da başarılı bir alternatif olarak sunuluyor. Bu robotlar endüstrinin bir parçası haline gelip seri üretime geçtiğinde öncelikli tüketicilerini oluşturacak olan bu insan grubuna yapay zeka robotlar, yalnızlıklarına çare olarak sunuluyor.

Peki robotlar başka ne için kullanılabilir? Acaba insanların “kontrol edilemez” olduğu iddia edilen cinsel isteklerine, karanlık arzularına tatmin sağlayacak araçlar olabilir mi? Şiddetin cinselliğin bir parçası olarak görüldüğü, aynı şekilde deneyimlendiği ve aktarıldığı sürece bu tip soruların soruluyor olmasına da şaşmamak gerek. Kadınların erkek iktidarlar tarafından her gün katledildiği, taciz/tecavüze uğradığı bir gerçeklik içerisinde, bu eğilimleri ortadan kaldırmak yerine alternatiflerini yaratmaya çalışmak tam da erkek egemenliğinin sürdürücüsü olmak anlamına geliyor.

Hatta farklı bir pazar olarak “normal” insanlar için de bir tercih olabilmesi amacıyla robotlar; “asla sahip olunamayacak deneyimlere” ulaşmada bir araç olarak sunulmaya başladı bile. Çekilişi amacıyla böyle yorumlar yapmanın fazla olacağını kabul etmekle beraber, “Her” ya da “ExMachina” gibi filmlerle, her gün yayınlanan sansasyonel haberlerle, “bilimselliğine” vurgu yapılan çalışmalarla anlatılmak istenen nedir?

Dillendirilmeyen gerçeklik erkek egemenliğinin alt edilemeyeceğine (ya da edilmemesi gerekliliğine) ilişkin bir önkabulden başka bir şey değildir. Çünkü eğer taciz/tecavüz ve şiddet tamamen ortadan kalkarsa, bunu siyasi iradesini korumanın bir parçası olarak yapan devletin “kirli işlerini” yaptıracağı kimse kalmaz.

Yapay zekaların kurtaracağı ilişkilere, vaadettiği “farklı” deneyimlere karşı ise hayatın gerçekliğini savunmak, mücadele etme sorumluluğuyla bizi bir kez daha düşünmeye davet ediyor. Yapay zekalarla görünmez kılmaya çalışmak yerine taciz/tecavüzün kendisiyle hesaplaşmalı; onu insanlar arası ilişki biçimlerini dönüştürerek yıkmalıyız. Bu tip yeni nesil söylemleri kadın mücadelesinin temel savlarından biri olan “taciz,tecavüz ve şiddetin erkek egemenliğiyle ilişkili olduğu” savına yönelmiş bir tehdit olarak görmek gerekiyor. Kendi yaşamına, kendi ilişkilerine yabancılaşmış insana verilebilecek tek gerçekçi çözüm önerisi hayatının üzerine tekrar düşünmesi ve mücadele etmesinden geçiyor.

 

 

Bu yazı Meydan Gazetesi’nin 48. Sayısında yayınlanmıştır.