Anti-Faşistlerin Hedefinde Neden Churchill Var?

ABD’de George Floyd’u katledilmesi ile başlayan ırkçılık karşıtı eylemler, giderek başka coğrafyalarda, ırkçılığın ve sömürgeciliğin sembol isimlerinin heykellerini hedef alan bir politizasyon kazandı. Belçika’nın sömürgeci kralı 2. Leopold’ün büst ve heykelleri tahrip edilmiş, ABD’de ise ırkçı Konfederasyon generallerinin isimlerinin, verildiği askeri üslerden kaldırılması talepleri Başkan Donald Trump tarafından reddedilmişti.

Anti-Faşistlerin eylemlerde hedef aldığı isimlerden biri de İngiltere’deki eski başbakan Winston Churchill oldu. İngiltere’nin Bristol kentinde, köleleştirdiği insanların üzerinden para kazanan Edward Colston’un heykeli hafta içindeki eylemlerde, yerinden sökülerek nehre atılmıştı. Sonrasında ise bir başka eylemde Churchill heykelinin kaidesine ‘Bir ırkçıydı’ yazılmıştı. Bu nedenle Londra Polisi, Churchill’in  Londra’daki Parlamento Meydanı’nda bulunan heykelinin etrafını “korumaya” aldı.

Winston Churchill’in, görevde olduğu süre boyunca yaptığı ırkçı, ayrımcı ve katliamları destekleyen ya da en hafif tabirle “hoş gören” açıklamalarını BBC Türkçe derledi. Tom Heyden’ın 2015’te Churchill ile ilgili yazdığı haber-araştırma yazısından yapılan derlemede yer alan bilgiler, bugün eylemcilerin neden Churchill’i hedef aldığı sorusuna önemli bir arka plan oluşturuyor.

1937’deki Filistin Kraliyet Komisyonu’nda yaptığı konuşmada Churchill, ABD ve Avustralya’daki yerli soykırımlarına dair “Amerika’daki Kızılderililere ya da Avustralya’daki siyahlara (aborjinlere) karşı büyük bir yanlış yapıldığını kabul etmiyorum. Daha güçlü bir ırkın, daha yüksek seviyeli bir ırkın, dünyevi olarak daha bilge bir ırkın gelip onları yerlerinden etmesi gerçeğiyle bu insanlara karşı yanlış yapıldığı doğru değil.” ifadelerini kullanıyor.

Kürtlere ve Afganlara karşı kimyasal silah kullanımını savunmakla eleştirilen Churchill, 1919’da savaş bakanı olarak görev yaparken, “Gaz kullanımı konusundaki bu çekingenliği anlayamıyorum. Medeniyetsiz kabilelere karşı zehirli gaz kullanımını kuvvetle destekliyorum.” diye konuşmuştu.

1919’da ise bu açıklamasını biraz “yumuşatarak” hardal gazı değil, göz yaşartıcı gaz kullanılmasını savunan Churchill, “Manevi etkisi öyle iyi olacak ki can kaybı minimuma inmiş olacak. Sadece en öldürücü gazları kullanmak gerekmiyor: Büyük rahatsızlığa yol açıp terör yayacak, ama etkilenenlerin çoğu üzerinde ciddi bir kalıcı etki bırakmayacak gazlar kullanılabilir.” diyor.

Churchill, savaşın devam ettiği 1943’te de, Hindistan’ın kuzey doğusundaki Bengal bölgesinde büyük bir açlık baş gösterdiği sırada, Hintleri suçlamış, “tavşan gibi ürüyorlar” demişti. En az 3 milyon kişinin yaşamını yitirmesine yol açan bu açlık, Churchill’in Hindistan’a buğday göndermeyi reddederek, elindeki pirinci de ihraç etmeye zorladığı savaş politikalarının bir sonucuydu. Churchill, Hindistan’ın bağımsızlık lideri Mahatma Gandhi için de 1931’de, “…Gandhi, sadece açlık grevi tehdidi nedeniyle serbest bırakılmamalı. Ölürse kötü bir adamdan ve İmparatorluk düşmanından kurtulmuş oluruz. Bu asi avukatın sarayın merdivenlerini yarı çıplak bir halde adımlaması ve şimdi bir Hint fakiri gibi poz vermesi endişe verici ve mide bulandırıcı.” şeklinde ifadeler kullanmıştı.

Churchill’in bu saldırgan politikalarının hedefinde, grevci maden işçileri de yer almıştı. 1910’da Galler’in güneyindeki Tonypandy’de yaşanan ve Tonypandy İsyanı olarak bilinen grevde, maden işçileri polisle çatışmış, o dönem içişleri bakanı olan Churchill bölgeye asker göndermişti. Bir yıl sonra ise 1911’de Liverpool’daki grevci işçilerin üzerine de asker gönderilmiş ve bu kez açılan ateş sonucu iki işçi yaşamını yitirmişti.

1919’da Savaş ve Havacılık Bakanı olduktan 11 gün sonra İrlanda’da bağımsızlık savaşı başlaması nedeniyle Churchill, üniforma renkleriyle anılan ve aşırı şiddet kullanmalarıyla kötü ün yapan “Black and Tans” (Kara ve Taba) özel birliklerini bölgeye gönderdi.

Churchill, bu katliamcı, ırkçı pratiklerinin yanına, benzeri tüm devlet yöneticilerinde olduğu gibi rüşvet ve yolsuzluğu da eklemekten geri durmadı. 1923’te iki petrol şirketinin – Royal Dutch Shell ile Burmah Anglo-Persion Oil Company (BP) – birleşmek üzere hükümete yaptığı başvurunun desteklemesi karşılığında 5000 sterlin aldığı bilgisi de Martin Gilbert’in resmi Churchill biyografisinde yer alıyor.