"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kategori: Yazılar

Türk Medyasında Beş Kadın Dergisi

Bu bölümde,Türk medyasındaki beş kadın dergisinin (Cosmopolitan, Elle, Elele, Marie Claire, Hülya) Ocak sayıları konumuz bakımından incelenmiştir.

a.Elele

Dergilerin tüketimle ilişkisi dergilerin reklama ayırdığı sayfa sayısına bakıldığında ortaya çıkmaktadır.Toplam 147 sayfadan oluşan Elele dergisinin 34 sayfası reklama ayrılmıştır. Toplam 42 reklamın yer aldığı dergide ürünlerin fiyatlarıyla,resimleriyle tanıtımı ise 31 sayfayı içermektedir. Bu meta fırtınasının toplam sayfa sayısı 65tir,başka bir değişle derginin yarısını oluşturmaktadır. Kalan 40 sayfadaki konular ise “Şimdi Trend Tv de Şöhreti Yakalamak”, “Dişli,Erkek gibi Kadınım”, “Ünlü Beraberliklerde Patron Kim?”, “Pahalı Zevklerin Tadılabileceği Yerler”, “Erkekler Neden Terk Eder?”, “Yatakta Seks Dışında Ne Yapılır?” gibi evdeki meleğin melek olarak kalmasını sağlamlaştıran öneri yazıları bulunmaktadır.

“Devlet bize dava açsın istiyoruz”Radikal gazetesi röpörtajı

Anarşist kadınlar, 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde Dolmabahçe’de vicdani retlerini Kürtçe, Gürcüce ve Türkçe yaptılar: “Ku derya jiyana me be girtin, dive xeyalen me were ba hev. Tsxovreba udovkargveli şevaxvedrot otsnebi. Hayatlarımız çalınmadan, hayallerimiz buluşmalı.”
Onların da vicdani retlerini açıklamasıyla Türkiye’deki kadın vicdani retçi sayısı 37’ye, toplam sayı ise 134’e çıktı.
Türkiye’de vicdani ret meselesi, askerliği ‘vicdanen reddeden’ ve takiben ‘asker kaçağı’ sayılan erkeklerle anılıyor aslında. Ama ilk kez bir kadının vicdani reddini açıkladığı 2004’ten beri, kadınlar da davanın bir parçası.

“Ne insan hücreye sığabilir, ne hücre o kadar büyüyebilir.”

Nevin Berktaş, 12 Eylülden bu yana en uzun süre hapishanede yatan kadın mahkum. Nevin Berktaş 6 yıl fazla yatırılmış ve Avukatı, bu ‘hata’yı fark etmeseymiş bir buçuk sene daha yatacakmış. İnsan öldürme, hırsızlık ve benzeri suçlar işlemediğini az çok tahmin ediyorsunuzdur. Kendisi devrimci, suçu da devrimcilik.
Berktaş’ın, yattığı 22 sene içerisinde 12 Eylül sonrası var, ‘84,’96 ve 2000’lerdeki ölüm oruçları var. 22 sene böyle bir 22 sene yani…

Nevin Berktaş “paşa paşa” yatması icap ederken, tutmuş başına gelenleri, 12 Eylül işkencelerini, direnişlerini aktaran; F tipleri ile devletin ne yapmayı tasarladığını anlatan bir kitap yazmış. ‘İnancın Sınandığı Zor Mekânlar: Hücreler’ isimli kitabını bitirmesinden bir kaç ay sonra 19 Ocak cezaevi operasyonları olmuş. Bir nevi kitabı, kehanetinin içine doğmuş. Hikaye burada bitmediği gibi belki yeni başlıyor. Nevin Berktaş 12 Eylülle hesaplaşmak için koskocaman bir referandum yapan iktidarın döneminde, 12 Eylülün meziyetlerini anlatan kitabı nedeniyle yargılanır. 6 yıl alacaklı olmasına rağmen tekrar cezaevine girer. Allah’tan büyük bir kamuoyu tepkisi ortaya çıkar ki 6 ay sonra alel acele çıkartılır dışarı. Hâlâ kitabın cezasını alacaklı olduğu altı yıldan düşürmeye çalışıyor avukatları.

Tüketici Kitleler Olarak Kadınlar

1950’lerden itibaren, sanayi kapitalizminden tekelci kapitalizme geçiş ile birlikte, üretimin kitleselleşmesi yeni bir tüketici grubunu şekillendirmiştir. Bu yeni kitle, yeni çıkan dayanıklı tüketim mallarına sahip olmaya çalışan aynı zamanda ücretli olarak çalışan kadınlardır. 19. ve 20. yüzyılın başlarında, ilerici orta sınıf kadınlarının, kadın hakları uğruna verdikleri mücadele sonucunda, yüksek öğrenim, üretime katılma, profesyonel meslek, özel mülk edinme ve oy haklarını kazandıkları görülmektedir. Ancak, 2. Dünya Savaşı ve sonrası, bunun aksine geniş bir durulma devri sonucu kadınların kazandıkları
haklarda gerileme görülmüştür. Farnham ve Lundberg’in 1942’de yayınladıkları Modern Woman:The Lost Sex:Kayıp Cinsiyet adlı kitaplarında, “kayıp” denilenlerin bilime, sanata, siyasete ilgi duyan ve aile çevresi ötesindeki işler ile uğraşan, bağımsız kadın olmaları bu durumu örneklendirmektedir. Zeki, yaratıcı, yararlı kadın tipi yerine
bir “kadınca” kadın imajı, güzel yuvasının “rahat” köşelerinde halinden hoşnut, boş kafalı ev kadını imajı geçmiştir. Bu eve dönüşün aşırı gerici kaynağı Almanya’da, 1930’larda kadınları üç ünlü K’ye Kinder, Kuche, Kirche (çocuk, yemek pişirme, kilise) zorlayan Hitler olmuştur.

Bana Tecavüz Eden Kimmiş?

“Dominique Strauss-Kahn yani DSK yani IMF’nin başkanı, kaldığı otelin odasında, kat görevlisi olarak çalışan bir kadına tecavüz girişiminde bulunarak saldırdı. Kadının ve diğer otel çalışanlarının polise haber vermesiyle birlikte gözaltına alındı ve çıkarıldığı mahkemede tutuklandı.”
Dünya bu olayla sarsılıyor! Olayın dünya için çekici tarafı bir kadının tecavüze uğramasından ziyade, tecavüzcünün IMF başkanı olması. Hal böyle olunca dünyanın en mühim makamlarından birinin başındaki erkeğin uçkuruna sahip olmamasına şaşıyor dünya! Sadece dünya değil, kendisi de şaşıyor. Çünkü Fransa’nın cumhurbaşkanlığı koltuğuna ramak kala, ABD’nin hapishanelerine düşüyor tepe taklak. Devletin adaletine bak hele birde kadın savcı’ya denk gelince milyar dolarlık kefalette kurtaramıyor kendisini.

“Cepheye Elimde Bir Temizlik Beziyle Gebermeye Gelmedim Devrim İçin Yeterince Kap Yıkadım”

Bu sözler 1935 yılında İspanyol bir kadının,bir miliciananın sözleridir.İsyan eden bir miliciananın.
Erkeklerin şiddetle-ister savunmacı ister saldırgan konumda-tanışık olduğunu düşünen geleneksel bakış açısı “yıkıcı erkeğin” yanında “koruyucu kadın”ı da tanımlar.Kadınlar doğası gereği(!) verdiği yaşamı korumakla,düzenlemekle sorumludurlar.Onlar şiddete yabancıdırlar:yıkmaz,savaşmaz,kin gütmez,mücadele etmez,en fazla erkeğin yaptıklarını yorumlarlar.Bazı çıkıntılar vardır tabii ki.Onlar olsa olsa erkeğe özenen kompleksli kadınlar,gözü dönmüş cadılar,belki de lezbiyenlerdir(!)
Oysa kadınlar tarihin her döneminde yazgılarına(!) başkaldırmış,savaşmışlardır.Nedir peki,kadınları kendi tarihlerine başkaldırtan güç?

ADALET YERİNİ BULSUN; DEVLET’İ HADIM EDELİM!

Sakine, İpek, Arzu, Remziye, Adile… Kimi 18’inde, kimi 42’sindeydi. Kimi başörtülü, kimi şalvarlı, kimi mini etekliydi. Kimi okumuş yazmış, kimi cahil, çaresiz, kimi kimsesiz, kimi hiç yoktan yere…Ama hepsinin ortak noktaları ‘namus’ ya da ‘töre’ adına katledilmeleriydi. Katilleri; eşleri, babaları, erkek kardeşleri…Katilleri; devletti, yasalardı, erkek egemen sistemdi, militarizmdi.
Hatice, Elvan, Kezban, Dilek…Kimi 2,5 yaşında, kimi’12 sinde. Kimi kimsesiz, kimi ana-babalı. Ama hepsi; çaresiz, savunmasız, küçücük…kiminin dedesi, kiminin komşusu, kiminin hiç kimsesi. Katilleri; devlet, yasalar, erkek egemen sistem.
Katiller aramızda, katiller ‘biziz’, katiller ‘hepimiz’.Onları ‘biz’ öldürdük, ‘biz’ taciz ettik, ‘biz’ tecavüz ettik, Onları ‘toplum’ yok etti.

Biyolojiden tecavüzcü yaratmak!

C. Wright Mills’in sosyoloji disiplininin kurucu metinlerden sayılan ‘Sosyolojik İmgelem’ (1959) kitabı, insanı “etrafından soyutlanmış, yalnızca refleks ve içgüdülerden oluşan bir biyolojik varlık olarak” düşünmenin kısırlığından söz eder ve uyarır: “Her ne olursa olsun insan, … içinde bulunduğu toplumsal ve tarihi yapılarla olan ilişkisiyle anlaşılmalıdır.” Ülkemizdeki muhafazakâr düşünür ve siyasetçilerin tecavüz ve hadım yasası tartışmaları bağlamında geçtiğimiz haftalarda bildirdikleri görüşler ise, “insan” denilen varlıktan ne anladıklarının sınırlarını ya da sosyolojik bakış açısından hiç nasiplenmediklerini gözler önüne sermiyor mu? Buna göre, söz konusu açıklamalar her şeyden önce insanı biyolojik indirgemeciliğin derinliklerine hapsediyor.

Erkek Olun Erkek!

Afişleri görmüşsünüzdür: Kadına şiddet uygulayan erkek değildir! Dile bakar mısınız?
Yıldırım TÜRKER

Artık her gün birkaç kadın, kimileyin töredir diye, kimileyin imdat çığlıklarına ve polise onca şikâyetine rağmen sırtı tapışlanıp salıverilmiş kocaları tarafından insanların gözü önünde katlediliyor.Toplumun bir tık daha yakınına vardığı nokta, kadınlara yönelik toplu katliamlardır.